Bir de vaziyeti idare edenler var. Muhalif olmanın lezzetini alan, bunun piyasasından faydalanan ve tarafsızım, herkese eşit mesafedeyim mavalı okuyanlar bunlar! Oysa hakikati bulmak görevidir gazetecinin ve “hayır” demek ahlaki bir görevdir

‘Hayır, demek ahlaki bir görevdir’

1

Romana son noktayı koydum ve yayınevine teslim ettim. Böyle anlarda ruhu çekilir ve bir daha tek satır yazamayacağını düşünür insan. Dönüp bakarım kimi zaman eski kitaplarıma tuhaf bir yabancılık hissederim. Yazar unutur ve bu yüzden yazdıklarından sorumlu tutulamaz. Eğer sahici bir yaratıcıysa aklında hep yeni bir kurgu vardır, sürekli memnuniyetsizdir kendinden. Bu itki yaratmanın kaynağı demek ki!

Yazdıklarından sorumlu olmamak nedir?

İyi bir yapıt kendi yaşamını sürmeye başlar. Genellikle yazarlar bitirdikleri, yayınladıkları kitaplarıyla kavgalıdır. Okur için güncel olan, yazar için geçmiş zamandır. Yeni bir yaratı peşine düşmüş olan yazar, en çok kendi geçmişini yok etmek ister. Bu durumda söylediklerini ciddiye almak doğru olmaz. Artık okur ve kitap arasında yeni ve güçlü bir ilişki vardır ve yazara bu ortamda yer yoktur!

Kimi zaman son noktayı koyduğu an, yazar için roman biter ve geride kalır. Bir takıntılı sevgiliyle vedalaşma halidir bu. Elimde Addy Pross’un “Yaşam Nedir?” adlı kitabı var. Cansız maddenin nasıl dönüştüğünü açıklıyor, yaşamın başlangıcı sorusuna yanıt arıyor. Hemen girişte Stephen Hawking’ten bir alıntı var:

“İnsan ırkı mütevazı ölçülerde bir gezegen üzerindeki kimyasal bir pislikten öte bir şey değil mi?” diye soruyor… Sanırım yazar böyle bir pislik olduğunu bilerek ve buna boyun eğmemek için çırpınan kişi!

2

Siyasal gündem öylesine baskın biçimde yaşamımıza tahakküm ediyor ki, incelikli düşünmeyi sürekli erteler gibiyiz. Çocuksu heyecanımı, yenilmeye doymaz ısrarımı seviyorum. Cesur yanım nerden gelir diye merak ettiklerinde, ayakta kalabilmek için sürekli savaşmak zorunda olduğuma işaret ederim. Bazı insanlar uçurum kenarında durmak zorundadır. Onları sevmek, katlanmak, kavramak güçtür. Şart de değildir ayrıca. Belki bir tür bencillik bu… Zorunlu yalnızlık… Herkes yaşadığı çağdan sorumludur. Yaptıkları, sustukları, kaçtıkları, kavgaları ve elbette…

KHK ile yönetilen ülkede doğal olarak olağanüstü koşullar olağan olarak algılanır. OHAL koşullarını kanıksamak bir hastalıktır. En son çıkan kararname şef İbrahim Yazıcı’yı da işinden etti! Peki, ne yapar bu adam? Müzik… Yani müziğe de düşman bir anlayışın elinde can çekişiyoruz. Kendimi bildim bileli orkestra şeflerine hayranlık duyarım. Müzik konusunda tutuculuğum da ünlüdür. Bir gün Ferhan, Ferzan Önder kardeşlerden teklif aldım ve bu tatlı düşüm kısmen gerçek oldu. Saint Saens “Hayvanlar Karnavalı” adlı eserinde anlatıcı olmamı istediler. Şef Yazıcı'yı orada yakından tanıdım. Yaşamında bir kez baştan sona herhangi eseri dinlememiş, doğru dürüst tek dize okumamış insanların elinde kıvranıyoruz…

hayir-demek-ahlaki-bir-gorevdir-244254-1.

Geçen gün Taksim’de AKM’yi gördüm yakından, kaç zaman olmuş… Binanın o yıkık dökük hali içimi acıttı. Çocukluğum, ilk gençliğim hırpalanmış, saldırıya uğramış gibi hissettim. Gerçek de bu.

3

Yazarlık serüvenine girişen herkes yolculuk uzadıkça kendinden kuşku duymaya başlar. Okur için güvenilir biridir yazar. Durmaksızın yazma isteği, eksiklik hissinden kaynaklıdır oysa. İlk yapıtlarında ağdalı, dolambaçlı sözcüklerle, yapıtını beğenen yazar, bir zaman sonra güç olanı seçer ve olabildiğince yalınlaşmaya çalışır. Dil sorunu, biçem kaygısı arttıkça işi güçleşir. Cicero süslü kullanımların, metafor hovardalığının zaaf olduğunu söyler. Şöyle der; “Nasıl giysiler en başında bizi soğuktan korumak için icat edilmiş, daha sonra süs ve şan şeref için giyinilmeye başlanmışsa metaforlar da yoksunluk nedeniyle kullanılmaya başlanmış ama giderek eğlence için ortak kullanıma girmişlerdir.”

hayir-demek-ahlaki-bir-gorevdir-244255-1.Alberto Manguel okurluk serüvenini yazmaktan hoşlanan bir yazar. “Gezgin, Kule ve Kitapkurdu”, severek okuduğum denemelerden oluşmuş. Yazının sınırları, olanakları, ağdalı olmak sorunlarına dair ve nihayetinde bir kitabın izini sürme üstüne zengin bir yolculuk daveti bu. İnsanlığın kitaplar dışında hiçbir tarihi olmadığını görüyoruz. İnsanlık, kitap varsa var. Öncesi ve sonrası yok! Ne ‘kimsenin okumaya zamanı yok’ demeler, ne ‘yeni nesil okumaya gereksinim duymuyor’ söylemi bir anlam taşır. İnsan varlık sorununu yazıyla ve kitapla aşabilir sadece. Sonu hazin olsa bile, tek hakikat budur! Bu arayış…

Manguel hemen kitabın girişinde bunu söylüyor zaten: “Anlayabildiğimiz kadarıyla bizler dünyanın öykülerden meydana geldiğini düşünen tek türüz. Biyolojik olarak gelişmiş ve varoluşunun bilincine varmış varlıklar olarak algıladığımız kimliklerimizi ve bizi kuşatan dünyanın kimliğini sanki edebi açıdan çözümlemek gerekirmişçesine, sanki evrendeki her şey öğrenip anlamamız gereken bir şifreyle temsil ediliyormuşçasına ele alırız. İnsan toplumları hepimizin bir noktaya kadar yaşadığımız dünyayı anlama yetisine sahip olduğu varsayımına dayanır.”

Dil dünyanın gizini sürmek için biricik, yoksul olanaktır/olasılıktır.

4

Manguel ile dertleşmelerim sürmekte. Sanırım okur yetkinliği kazanmanın bir yolu doyumsuzluktan kaynaklı. Dünyada yazılı tüm belgeleri görme arzusu kışkırtıcı. Zamanla hangi metne ulaşmak gerektiğini fark eder, iyi okur. Zorlu bir ayıklama işidir bu. Yazma eylemi ile aynılaştırmaya kalkmak yanılgıdır. Yazar için okumak zorunluluktur, okur için yazma dayatması yapılamaz. Elbette okuyan kimse, bir an gelir eline kalem alır, her zaman bunun olumlu sonuç verdiği söylenemez.

Yusuf Atılgan önemli bir örnek… Okumayı yazmaya yeğlediğin söyler Atılgan. Kitap biriktirmekten, saklamaktan hoşlanmadığı, elinde olandan çarçabuk kurtulmak istediği de bilinir. Dahası, öneri almaktan hoşnutluk duyarmış. Belki az yazması okurluk yoğunluğundan… Çoğu okurobur kimi kitapları yakınında bulundurmak ister. Kütüphane seyreldikçe nitelik artar. Melih Cevdet geniş kütüphanesi olanları eleştirir. “Kişi ne okuyacağını bilmeli” der. Kısıtlı ömrümüzde ne okuyacağımızı bilmek zorundayız. Önüne her geleni okuyan ve beğenenlerden uzak durmak gerek.

Manguel’den alıntıyla bitireyim:

“Plotinus’un üçüncü yüzyılda öğrettiği gibi, “eğer yıldızlara bakarken onları harfler olarak görürsek, bu türlü yazıyı çözmeyi biliyorsak, dizilimlerine göre geleceği okuyabiliriz” Boş bir sayfanın üstünde bir metin oluşturma boşluktan bir evren yaratmaya benzetilmişti…”

5

Gazetecilerin tutuklanması, hakikatin gizlenmesi tarihi kökleri olan bir sorun. Yazının keşfi, bir metnin kil tablet üzerine kazınmasıyla, M.Ö yirmi birinci yüzyıl civarında gerçekleşiyor. Yorgun bir elçinin ağzında kaybolan sözler kalıcı hale gelsin diye titizlikle not ediliyor bir yazıcı tarafından. “Enmerkar Destanı ve Aratta Beyi” kaynak olarak bilgimiz dâhilinde. Ben Alberto Manuel’den alıntıladım. Yazıcı şöyle diyor; “Hiçbir şeyi es geçmeyen titiz bir yazı ustasıyım.” Gazeteciliğin, tarihçiliğin müjdesi veriliyor, ilkesi konuluyor böylece…

Bir başka yazıcı M.Ö yedinci yüzyılda Akkad kralı Asurbanipal’in emrinde çalışmakta. Bu tarihsel sorumluluğa nasıl ihanet ettiğini kendi ağzından okuyoruz. Diyor ki: “Kralı hoşnut etmeyecek her şeyi sileceğim” Bu da günümüz gazeteciliğinin kökü olsa gerek. Belki adını bilmiyoruz bu yazıcının ama nasıl bir geleneğin kaynağı olduğunu görüyoruz. ‘Çoktan kaybolmuş, isimsiz bir yazıcının ne yaptığı önemli mi?’ diye soranları işitir gibiyim. Mesele de bu işte. Siz ne yaptığınızı bildikten sonra sonrasının ne önemi var ki?

Son dönemde internet gazeteciliğinin keşfiyle başka türden tuhaflıkları da görmeye başladık. Zindanda bunca gazeteci varken, ülkeden kaçıp, başkasının şapkası altında ahkâm kesmeyi anlamıyorum. Gazetecinin kime hizmet ettiği, iktisadi kaynağı önemli… Sözün ağırlığı buradan gelir. Üstelik yoldaşların zindan karanlığında çürürken, susmak erdemdir. Can güvenliği sorunu, hukuksuzluk insanı göçe zorlayabilir, ancak ardında kalanlara saygı ilk koşul.

Bir de vaziyeti idare edenler var. Muhalif olmanın lezzetini alan, bunun piyasasından faydalanan ve tarafsızım, herkese eşit mesafedeyim mavalı okuyanlar bunlar! Oysa hakikati bulmak görevidir gazetecinin ve “hayır” demek ahlaki bir görevdir…

6

Niyazi Berkes “Unutulan Yıllar” adlı anı kitabında Pertev Naili Boratav’ın da içinde bulunduğu üniversiteden uzaklaştırma sürecini anlatır. Ülkenin ilerici, aydın bilim insanları devlet eliyle üniversiteden uzaklaştırılır. Çoğu dünyanın başka ülkelerinde görevlerini yapmaya devam eder. Onlardan kalan boşluk dolmamış anlaşılan. Hala aynı süreç işliyor ve aydınlar, bilimciler düşman olarak görünüp, üniversitelerden kovuluyorsa, cumhuriyetin neden bunca hızlı çöktüğünü sormaya gerek yok.

Korkut Boratav aile geleneğini bozmamış, zamanı gelince aynı kaderi paylaşmış babasıyla. Kendi demesiyle, şimdi de asistanı ihraç ediliyor, süreç aynen devam ediyor. Hani vesayet tartışması vardı ya, e durum gayet net, ülkede cehalet vesayeti var. Korkut Hocanın seksen iki yaşında polise, zalime direndiği fotoğrafına duygulanarak baktım. Sıkça soruyorlar: “Umut var mı?” diye. Bu sorunun yersiz, içeriksiz olduğunu düşündüm ve yazdım.

Korkut Boratav seksen iki yaşında direniyorsa, sen de direneceksin. Umut dediğin budur işte!

7

Dün Kırmızı Kedi Yayınevi’ni ziyaret ettim. İlknur Özdemir’le keyifle sohbet ettik. Şiirden konuştuk. Eve varmadan kitabevinin saldırıya uğradığı haberini aldım. Şaşırmayı isterdim aslında. İktidarların kitapla, yazarla kavgası, hele ki bizim toprakta eskiye dayanır. Daha dün Kırşehir Gül Kitabevi saldırısını yaşamadık mı? Şaşırmak isterdim, evet. Kitap hakikati korur, saklar ve geleceğe iletir. Hukuktan daha güçlü bir kaynaktır adalet için. Yasalarla geçici kazanımlar sağlar belki iktidarlar, ama kitaplara karşı hiçbir yasa işlemez… Tarihin ki hariç…

Bu son satırları Biga yolunda yazıyorum. Kişisel tarihimin en ilginç günleri hep Biga yolunda geçti. Okul hayatım bitebilirdi belki. Biga’ya minnet duymam boşuna değil…