Yeni yıl sonunda akıp giden zamanın küçük bir kesitini de oluştursa, insanlar için yeni bir umut, yeni bir başlangıç fırsatıdır. 2017’ye daha ilk adım attığımız saatlerde “sizin umutlanmaya da, yaşamaya da hakkınız yok” mesajını vermek istediler. Kimlere mi? Sadece Reina’da bulunanlara değil; o geceyi bir eğlenme, bir araya gelme, kutlama vesilesi gören herkese. Yeni yılı “gâvur icadı kabul etmeyen”, masum duygularla, ailesiyle dostlarıyla hoşça vakit geçirmek isteyen hepimize. İnsanı en çok kahreden de, bu cürümün sırf tetiğe basan o caniyle sınırlı kalmaması; alçakça eylemi onaylayan, zemin hazırlayan, anlayan, meşrulaştırmaya çalışan on binlercesinin var olduğunu bilmek; sosyal medyadaki yüzlerce “alkış” meyanındaki paylaşımın cezasız kalacağına ne yazık ki emin olmak.

Üzgün, kırgın, karamsar olmakta haklıyız. Bir “kültür savaşı” söz konusu değil; düpedüz bombasıyla, makineli tüfeğiyle, medyasıyla, başta Diyanet, Milli Eğitim ve hükümetiyle laikler saldırı altındayız. Ne var ki burası bizim vatanımız, ölenler yerlisiyle, çoğu Ortadoğulu yabancısıyla bizim insanlarımız; susmaya, oturmaya, sünepe biçimde ölümü beklemeye hakkımız yok. Madem ülkeyi, 3 Kasım 2002 AKP’nin hükümet oluşu mu dersiniz, 29 Ağustos 2007’de Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi mi, yoksa 12 Eylül 2010 “yetmez ama evet” referandumu mu, bir kırılma noktası bu hale getirdi, öyleyse “normalleşme” yolunda bir kırılma noktası yakalayarak sıçrama yapmaktan başka çaremiz bulunmuyor. Öyle büyük iddialara da gerek yok; Türkiye’nin laikliği kazanma, OHAL-KHK rejimini geride bırakma, hukukun üstünlüğünü hâkim kılma, nefretin yerine hoşgörüyü, ayrımcılığın-dışlamanın panzehiri olarak “bir arada yaşama” anlayışını egemen kılma yolunda yapacağı bir hamle yeter…

Önümüzdeki fırsat da, eğer “başkanlık hayali” TBMM’den dönmezse olası referandum süreci. Çıkacak bir “HAYIR”ın sadece “diktaya nokta” anlamına gelmediğini; laik, demokrat, özgürlükten, barıştan yana Türkiye’nin güvenini tekrar kazanması, kara bulutların geride kalması, kendimiz ve çocuklarımız için bir gelecek umudunun da yeniden ufukta belirmesi fırsatı olacağını unutmayalım. Nasıl Gezi sürecinde taze bir yaşama heyecanı kazandıysak, dünyaya iyimser bakmayı hatırladıysak, kendi gücümüzün farkına vardıysak işte önümüzde yeni bir olanak…

Üstelik referandumdaki “HAYIR”larımızı ortaklaştırmamız, bir blok etrafında toplanmamız da gerekmiyor. Her yapı kendi meşrebine, hitap edeceği toplumsal kesimin duyarlılıklarına, kendi kapasitesine uygun bir strateji de kurgulayabilir. HAYIR’larımızın birbiriyle rekabete girmemesi, birbirine karşı konumlanmaması yeter.

Elbette “HAYIR” kampanyası örgütlenmek, Türkiye’nin geleceğine ilişkin tasavvurunu anlatmak, yeni kesimleri toplumsal mücadeleye kazanmak için de bir imkân olacaktır. Benim açımdan Haziran hareketi, geniş kesimlere hitap etme kabiliyetini kazanmış, mücadele içinde meşruiyetini kanıtlamış en önemli direniş zeminidir. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları konusundaki kararlılığının altını çizen; laikliği kazanma ve Cumhuriyet’in temel değerleri konusunda geniş kesimlere hitap edebilen; sade emekçinin ve işsizlerin ekonomik sıkıntılarını anlayan ve çözüm yollarını öneren; Kürt sorununun barışla ve görüşmelerle çözülebileceği konusunda ısrar ederken, sivil halka yönelik her türlü şiddeti reddetmekten çekinmeyen bir hat yeterli olacaktır.

Artık sadece yaşam tarzımızın değil, yaşam hakkımızın da tehlikede olduğu; sadece kendi geleceğimizden değil, ülkenin geleceğinden de kaygı duyduğumuz; siyasi koşulların bize kendi köşemize çekilip asude bir ömür sürme imkânı bile tanımadığı çok kritik bir dönemeçten geçiyoruz. Her şeye rağmen bu topraklardaki özgürlükçü, laik, hakkaniyet duygusuna sahip damarın önümüzdeki süreçte dinamik ve kararlı bir refleks vereceğine, “şeriat, dikta, saltanat” özlemlerini püskürteceğine inanıyorum, inanmak istiyorum. Umut referandumun ardında, şimdilik daha elverişli bir çıkış yolu da görünmüyor.

Hepinize “HAYIR”lı yıllar!