Yardımlaşma ve dayanışmadan eserin kalmadığı ve mutlak bir yalnızlığın hüküm sürdüğü koşullarda, suça yönelme beka arayışındaki ezilenler için “mecburiyet” haline gelebiliyor. Orhan ve Arife için Büyükşehir Belediyesi’nden aldıkları yardımlar hayati öneme sahip.

Haymanalı Orhan ve Arife: “Artık insanın şurasına kadar geldi”
Fotoğraf: Depo Photos

Prof. Dr. Necmi ERDOĞAN

Yazı Dizisi: Günümüzde Yoksulluk Halleri, Mülakatlar ve Notlar

Orhan da, eşi Arife de 35 yaşında. İkisi de Haymanalı Kürt. En büyüğü 16, en küçüğü 3 yaşında olan 4 çocukları var. Arife, çocuklara baktığı için bir işte çalışamıyor. Orhan ise inşaat ameleliği, simitçilik gibi işler yapmış; şimdilerde Ulus civarında ayakkabı boyacılığı yapıyor ve günde 80-100 lira kazanabiliyor. Tuzluçayır’da bir apartman dairesinde kirada oturuyorlar. Birçok kiracının başına geldiği gibi, onların ev sahibi de evden çıkmalarını istemiş; 550 lira olan kirayı 1100 liraya çıkararak oturmaya devam etmelerine zar zor ikna olmuş (Aynı semtte oturan 4 çocuklu dul bir kadının 750 lira kira verirken evden çıkarılınca, ancak kirası 3 bin lira olan bir ev bulabildiğini ve Sosyal Hizmetler’den aldığı 4 bin lira civarındaki yardımın büyük kısmını kiraya vermek zorunda kaldığını not edeyim). Büyükşehir belediyesinden aldıkları yardımlar (su, doğalgaz, süt vb.) onlar için hayati öneme sahip.

Şimdiye kadar hep AKP’ye oy verdiklerini söylüyorlar ama kurcalayınca, zaman zaman HDP’ye de oy verdikleri anlaşılıyor. Başka birçokları gibi, onlar da artık AKP’den uzaklaşmış durumdalar. “Toplumsal sorunu” kendine dışsallaştıran, kendi siyasal-kamusal sorumluluğunu yerine getirip getirmediğini dert etmek yerine yoksulları suçlamak ve horlamakla meşgul olan, “tuzu kuru” ve kayıtsız bir alaycılığı “siyaset” belleyen, “muhalif ama esasen sinik” kimi kesimlerin ürettiği “makarnacılar” söyleminin, Tuzluçayır’daki gündelik market diyaloglarına kadar yayıldığı belli oluyor. Orhan ve Arife, bu horlamanın muhatabı olmalarına anlam veremiyor ve AKP’nin yarattığı ekonomik tablodan kendilerinin sorumlu tutulmalarına içerliyorlar. Bir başka içerleme konusunu, siyasal veya kültürel bir planda değil de, kendi maddi varoluş koşulları planında anlamlandırdıkları mülteci sorunu oluşturuyor. Alan araştırmasında başka örneklerde de karşılaştığım üzere, Orhan, kendi dar, sınırlı, gündelik (ampirik, dolayısıyla da basitçe yanlışlanamayacak olan) tecrübesinden hareketle, Suriyelilere ayrıcalıklı bir konum atfediyor. Kendi beka kaygısı, kendisinin yoksun bırakılmaktan yakındığı işlerde karın tokluğuna çalıştırılmanın “Hayat onlara güzel” diye düşündüğü insanlar için anlamını kurcalamaktan onu uzak tutuyor (Ezilenlerin “yatay boşalma kanalları” tartışmasına daha sonra gireceğim).

Görüşme, Yoksulluk Halleri’nde tartıştığım ahlaki dramın, yani hırsızlık gibi yollara başvurmayı “gayrimeşru” sayma ile olumsuzlayarak da olsa bir seçenek olarak telaffuz etme arasındaki gerilimin AKP dönemi boyunca şiddetlenmesinin bir örneğini de sunuyor. Hırsızlık, Arife kendisine konduramaz ve reddederken, Orhan’ın aklını “son çare” olarak da olsa kurcalıyor. Öyle ki bu bahisten sonra, mülakatın ilerisinde bu seçeneği -“Bakma benim öyle konuştuğuma” dese de- tekrar dillendiriyor. Daha sonra tartışacağım üzere, yardımlaşma ve dayanışmadan eserin kalmadığı ve mutlak bir (bireysel veya ailevi) yalnızlığın hüküm sürdüğü koşullarda, suça yönelme beka arayışındaki ezilenler için “mecburiyet” haline gelebiliyor. “Evladın gözün içine baktığı zaman” hissedilen üzüntüye böylesine yaman bir ahlak muhasebesi de eklenince, kapitalizmin onlarda açtığı saygınlık yarası daha da derinleşiyor (Türkiye’de alt sınıfların maruz bırakıldığı “karakter aşınmasını” ve bunun dünyanın -Latin Amerika gibi- başka yerlerinde yaygın olan suçlulaştırılmış yoksulluk halleri -“tehlikeli sınıfların” yuvalandığı, suç ve şiddet dolu “girilmez bölgeler” vb.- ile ilişkisi ve farkını da daha sonra ele alacağım).

Büyük çocukların üçü de gidiyo mu okula?
Arife:
Büyüğü bıraktı.

Niye bıraktı?
Orhan:
Yapamadık ya. Gücümüz yetmedi. Yoksa kim istemez hocam çocuklarını okutmayı? Kim istemez güzel bi gelecek?

Çocuklar bi çok şey istiyodur tabii?
Arife:
İstediğim gibi düzgün bi şey alıyım, çocuklarıma yedireyim… Her şeyde gözleri kalıyo. Her şey de pahalı… Kızım yok diyom, n’apalım, idare et… Daha da inanır mısın kırtasiye malzemesi almamışım, okullar açılıyo daha ne ayakkabı, ne bi şey.

Orhan: Biz de göndermicez hocam mecbur. N’apalım hocam? Başka yapılacak bi şey var mı? Bi telefonum var 500 lira, gider onu satarım. Eşyalarını alırım, defterini kalemini. N’apalım? Başka çaremiz yok yani.

Peki, onların isteklerini karşılayamayınca ne hissediyonuz?
Arife:
Elimizden bi şey gelmiyo. Üzülüyoz.
Orhan: Hocam, bi insan, mesela şöyle söyliyim sana, akşam mesela işten geldiğin zaman, evladın senin gözünün içine baktığı zaman zaten her şeyi anlayabiliyosun… Biz de diyoz, gaderimizse bunu çekecez artık. N’apalım hocam?

Anne babadan, akrabalardan yok mu hiç destek?
Arife:
Hiç kimseden.

Onların da mı durumu yok? Yoksa destek mi olmuyolar?
Orhan:
Benim annem köyde tek başına yaşıyo. Bazen ben ona bakıyorum işte, elimden geldiği kadar 2-3 parça bi şey gönderiyorum.

Kardeşlerden?
Arife:
Onlar da aynı. Hepimiz aynıyız.
Orhan: İnsan (elinde) olsa kardeşi bu durumdayken bakmaz mı hocam?
Arife: Yani şurda aç kalsan kimse de kapını açmaz.

Komşularla yardımlaşma var mı?
Arife:
Hiç insanlıkları yok.

Peki başınız sıkışınca gideceğiniz, yardım isteyeceğiniz biri?
Arife:
Hiç kimse yok Allah’tan başka.

Ne yiyip içiyosunuz, şimdi her şey ateş pahası?
Orhan:
Hocam öyle bi zamana geldik ki… Yeri geliyo ekmeği bulamıyoz, yeri geliyo alışveriş yapamıyoz… Mesela 100 milyonla biz pazara gidiyoruz, emin ol bi kilo domates, bi tane kıvırcıh, iki poşet bi şey bile etmiyo… Eskiden gene iyiydi hocam. Bi ekmek olmuş 4 milyon! Biz akşama kadar 7-8 ekmek yesek zaten 20-25 milyon o yapıyo. Benim aldığım 100 milyon zaten. Söylemesi ayıp hocam, zaten 25-30 milyona ekmek alıyom.
Arife: Allah’tan belediyenin ekmeği var. Hayat öyle bi zorlaştı ki, eski hayat değil. Hani 100 liranın bi değeri vardı, bi şey alıyodun, şimdi onu da alamıyosun.

Ne pişiriyosunuz evde peki?
Arife:
Kuru madde ne olursa, gelen yardımlarla. Ne olursa onu yiyoz işte.

Ne yedi mesela çocuklar kahvaltıda?
Arife:
Patates. Onu da kızarttım. Onu da zor alıyoz yani. Valla, bi kilo bi kilo. Eskiden patates şeydi, şimdi o bile pahalılaştı, çok kıymetli oldu… Yağ bitse nasıl alacam, şampuan bitse nasıl alacam diye korkuyom valla. Her şeye zam gelince benim psikolojim bozuluyo, korkuyorum yani… Yeri geldi ben boşanmayı da açtım artık mecbur çocuklarım için.

Boşanmaya mı niyetlendin?
Arife:
Öyle. Zor hayat. Anlaşamadık, tartışıyoduk. Hep geçimden… Zor bela işte barıştık.
Orhan: Yani anlıycan çok çektik ya! Öyle böyle değil. Hala da bak daha çekiyoz. Şükür olsun halimize, şükür. Ölmedik ama…

Ne var da neye şükrediyon?
Orhan:
N’apalım peki? Gitsek, hırsızlık yapsak cezası var. Bugüne kadar diyom ya, şu kadar haram bi şey lokma çocuklarıma yedirmedim. Oldu yedik, olmadı oturduk.

Hırsızlık yapmak aklından geçiyo mu gerçekten?
Orhan:
Şimdi ben çalışmasam çalışmasam, bu eve bi şey gelmese gelmese ne olacak? Ne olacak hocam? Yav insan artık düşünüyo yani. Hani ne biliyim… Ha, hamdolsun yapmadık, şükürler olsun bugünümüze, şükürler, n’apalım? Bizim gaderimizde de böyle yazılıymış.

Peki bu fakirliğin nedeni ne sana göre?
Arife:
Kader… Benim kaderim de böyle, kaderimde fakirlik varmış.
Orhan: Fakirliğin nedeni ney hocam… Dediği gibi gader. Gaderimizse çektik işte.

Niye öyle?
Orhan:
Kısacası parası olan yaşıyo, fakir olan sürünüyo.

Bu sana normal geliyo mu?
Orhan:
Hayır hocam. Valla artık sineye çektik ya…

Bi itirazın yok mu buna?
Orhan:
Var! Olmaz olur mu? Çok var hem de! Yani bu adalet değil biliyo musun? Valla değil. Mesela nası söyliyim, bak özür dileyerek söylüyorum, mesela sen bey gibi yaşıyosun, ben açlıktan ölüyorum. Bu Allah’tan reva mı? Değil işte!
Arife: Bi şey desen, “ee Başbakan Tayyip Erdoğan”. Bizim ne suçumuz var? Öyle diyolar marketlerde bi şey aldığın zaman. “Gidip oyunuzu vermeyin Tayyip Erdoğan’a”. Bizim ne suçumuz var? Bi şey alınca “dolara zam geliyo, n’apalım?”
Orhan: Bize niye söylüyonuz diyo. Üstlerinize söyleyin diyo.

Sizi suçluyolar yani?
Arife:
Evet bizi suçluyolar, bizim ne suçumuz var? Biz n’apabiliriz ki?

Sizi suçladıklarında sen ne düşündün? Markette diyosun ya…
Arife:
Benim suçum ne diyom.
Orhan: Bizim suçumuz ne diyoduk yani. Bizim gibi garibanın suçu ne olacak?

Siz kime oy veriyodunuz?
Orhan:
Valla ben kendimi bildim bileli AK Parti’ye oy veriyodum. Şimdi yalan söylememe gerek yok. Ama bu saatten sonra benim için AK Parti öldü. Bana deseler ki “önüne trilyonları koyuyum, AK Parti’ye oy ver”, vermem. Çünki artık dayanacak gücümüz kalmadı, yemin olsun… Yeri geliyo evde ekmek bulamıyoz, yeri geliyo hastalanıyoz gece. Hiç sen gece burdan ta Cebeci’ye kadar çocuğu kucağında götürdün mü hastaneye? Götürdün mü? Kimse götürmez. Ben kucağıma koydum götürdüm yürüyerek.

Ateşli ateşli mi götürdünüz?
Orhan:
Aynen öyle. Mecburdum ama. N’apıyım? Kime boyun büküyüm? Gidiyim kimin kapısına…
Arife: Orda kalırsak sabahı bekliyoduk, taksi paramız yoktu, dolmuşu bekliyoduk.

Bi de küçük çocuk sık hastalanır tabii.
Orhan:
Gine ben AK Parti’yi suçlamıyom, gine Allah razı olsun. İyi şeyleri de oldu. Ben AK Parti’ye gene saygı duyuyom, her zaman. Ben çok memnundum, valla çok memnundum. Ama son zamanlarda öyle bi şeyler yaptılar ki, artık geçinmeyi bırak, eve ekmek getiremiyosun hocam!

Hiç fakir fukarayı düşünmüyolar mı?
Orhan:
Aynen öyle.
Arife: Düşünse zaten böyle yapmaz.

Peki şimdi kime oy verirsiniz?
Orhan:
Bilmiyom ya.

Yok mu düşündüğünüz hiç?
Arife:
Kullanmıycaz oy.

Kürtsünüz. Hiç HDP’ye oy vermeyi düşündünüz mü ya da neden istemediniz?
Arife:
Korkuyoruz, ne biliyim.

Neyin korkusu?
Orhan:
Eşim vermedi de, ben verdim yani.

Ha HDP’ye de oy verdin yani?
Orhan:
3 dönem verdim ben, bizim aile de verdi 3 dönem.

Şimdi düşünmüyo musunuz?
Orhan:
Valla gine düşünüyom, bakalım. Nasip.

Demirtaş’ı biliyosundur, attılar içeri. Ona ne diyosun?
Orhan:
Bilmiyom da, bence yanlış ya.

Yanlış dediğin içeri atılması mı?
(Orhan kafasını evet anlamında sallıyor.)

Anladım. Peki zenginlere ne diyosun?
Orhan:
Yaşıyolar hocam, ne diyelim?

Nası zengin oluyo onlar?
Orhan:
Nası olacak hocam? Ya anasından babasından galmıştır, ya çalmıştır, ya çırpmıştır. Başka ne olacak hocam?

Sen boyaya gidiyosun, oralarda zenginleri görüyosundur. Ne geçiyo aklından?
Orhan:
Hocam acaba diyom, ben niye böyle değilim. Ben niye zengin değilim? Bazen kendi kendime düşünüyom, ben zengin olsam n’apardım biliyo musun? Yemin ederim semt semt gezerim, sohak sohak gezerim, giderim kim aç, kim susuz… Hepsini kendi elimle doydururum, yediririm, içiririm, gezdiririm, alışverişini yaparım, her şeyini yaparım. Öyle geçiyo içimden benim, valla öyle geçiyo.

Peki zenginler nası bakıyo fakire?
Orhan:
Hocam nası bakacak sence? Yüksekten bakıyolar, nası bakacak?

Karşılaştın mı hiç öyle şeylerle?
Orhan:
Çok karşılaştım hocam ya. Hepsi yüksekten konuşuyolar hocam. Bi kere seni beğenmiyolar ki zenginler.
Arife: Yani, insanın zoruna gidiyo hep.
Orhan: Bi kere seninle işi olmuyo ki.
Arife: Olmuyo. Kapını bile çalmazlar.

Suriyelilere ne diyosunuz?
Orhan:
Zaten hayat onlara güzel hocam.
Arife: Onlar bizden daha iyi.
Orhan: Elektrik yok, su yok, fatura yok, kira yok. Her ay tıkır tıkır maaşlarını veriyolar. Şimdi biz bi yere gitsek çalışsak, bizden önce Suriyeli var.
Arife: Bi yardıma gitsek onlara veriyolar. Bizimkini kestiler, onlara veriyolar. Bizim neyimiz var bilmiyok ki? Biz pazar yapsak iki parça eşya olur, onlar arabayı doldurur.

Siz de onlar gitsin diyo musunuz?
Orhan:
Yani, aynen. Çok iyi olur valla. En azından iş imkanları çok olur. En azından, her işi yaparsın. Şimdi çobanlığa gidiyosun, adam diyo benim yanımda Suriyeli çalışıyo 2 milyara. Bi inşaata gidiyosun, adam diyo benim yanımda Suriyeli çalışıyo 1.5 milyara. Bi araba yıkamasına gidiyosun, adam diyo benim yanımda Iraklı çalışıyo bilmem şu paraya.

Peki böyle olmasa, ekonomik durumunuz iyi olsa, gene de gitsinler der misiniz?
Orhan:
Yani, ben gönderirim. Valla gönderirim.

Ekonomik sıkıntı olmasa da?
Orhan:
Gine gönderirim.
Arife: Ben derim onlara da günah, onlar da savaştan gelmiş.
Orhan: Ya ne günahı ya? Şu anda günah bize, boş versene. Ne günah olacak? Hiç kimseye günah değil.

Çocukların geleceği ne olacak? Onlar da sizin gibi mi yaşayacak?
Orhan:
Valla ben sağ olduğum sürece, Allah ömür verdiği sürece çalışacam, çalışacam, çalışacam. Cenabı Allah büyüktür, kurban olduğum Allah herkesi görüyodur. Bizi de görüyodur. İlla ki bi gapı açar, illa ki. Hep böyle gidecek değil ya hocam?
Arife: Valla bence daha kötüleşir. Hayat daha kötüleşir. Gide gide kötüleşiyo.

Ne olacak git gide kötüleşince? N’apıcaksınız?
Arife:
Ne biliyim? Daha da her şeye zam geliyo, kiralara… Hele ev olmayınca çok zor. Keşke de bi evim olsa, başka bi şey istemem.

Peki çocuklar niye böyle fakiriz demiyo mu hiç?
Orhan:
Diyolar hocam. Allah büyüktür, sabır diyom, ne diyim hocam?
Arife: “Biz niye böyleyiz?” “Nereye kadar böyle olacak anne?” diyolar.

E böyle gelmiş, böyle gidecek mi? Ne olacak?
Orhan:
Başka n’apalım hocam? Bize bi akıl ver de, biz de yapalım. Başka yapılacak bi şey var mı? Var mı bi şey söyle? Bana de ki, git hırsızlık yap, vallahi billahi gözüm kapalı gider yaparım. Niye? Çünkü çocuklarım aç kalmasın. Benim çocuklarım aç kaldığı zaman benim gafama bi gurşun sık ondan daha iyi. Ben niye yaşıyom ki? Valla niye yaşıyom, 2 tane, 3 tane çocuğa bakamıyosam, evimi geçindiremiyosam? Hele hele bu şartlarda, bu sistemde zaten geçindiremezsin ki! Geçindirme imkanın yok yani.

Kocan ben bulamazsam n’apıcam, hırsızlık yapıcam diyo. Sen ne diyosun?
Arife:
Ben onu kabul edemem.
Orhan: Ya ben de edemem. Bakma benim öyle konuştuğuma.

Ama mecbur kalınca?
Orhan:
Ya insan çok mecbur kaldığı sürece hocam. Hamdolsun bugüne kadar öyle bi şeyim olmadı da.
Arife: Aç kalırım, gene onu kabul edemem.
Orhan: Bakma ben konuşuyom diye ama artık insanın şurasına kadar geldi yani.

Şöyle uzanıp yatınca aklınıza neler geliyo?
Orhan:
Neler gelmiyo ki?

Ne geliyo?
Orhan:
Ya hocam çok şeyler…
Arife: Ben mesela yatamıyom sabaha kadar, psikolojim bozuk.

Uyuyamıyon yani?
Arife:
Uyuyamıyom, her şey beynimin içinde. Sabahı düşünüyom, kahvaltıyı düşünüyom, şunu düşünüyom, bunu düşünüyom.

Bi hayaliniz var mı?
Orhan:
Vallahi ölmez sağ kalırsam hocam, parayı bulursam birincisi bi ev. İkincisi dedim ya, sana dediğim gibi, sohak sohak gezecem, il il gezecem, semt semt gezecem, hangisi fakir, hangisi şey… Odur yani hedefim başka ne olacak?

(Arife’ye hitaben) Senin hayalin?

Arife: Bir ev ve çocuklarımın geleceği. Artık kendimi geçtim.

*Yapılan görüşmeler konuşma diliyle yazılmıştır.