Hayrettin Karaman:  İhvan ve Hamas terörist değildir

AKP'ye yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, Suudi Arabistan ile birlikte birçok İslam ülkesinin Katar’a başlattığı ambargoları köşesine taşıdı. Karaman bu ambargoların Katar’ın ‘teröristlere destek verdiği bahanesi’yle uygulandığını belirtti. Yazar, İhvan’ın sözcüsü Cihad el-Haddad’ın hapishaneden yazdığı bir mektubu alıntılarken Hamas ve İhvan’ın terörist olmadığını, esas amacın Katar’ı yola getirmek olduğunu ifade etti.

Karaman’ın ‘İhvan ve Hamas terörist değildir’ başlıklı yazısı şöyle:

Başını Suudi Arabistan’ın çektiği birçok İslam ülkesi Katar’a karşı zalim bir ambargo başlattılar; bahane de hazır: “Katar teröristlere destek veriyor”. Peki kim bu teröristler? Hamas ve İhvan.

Bahane bu da asıl maksat nedir ve ipler kimin elindedir?

Kısa, açık ve net cevap:

Asıl maksat Katar’ı yola getirmek, diğerleri gibi talimatla hareket etmesini sağlamaktır.

İpler de ABD’nin elindedir.

İlgililer bu asıl maksadı ve bu maksadın da merkezinde yer alan maddi menfaati (Katar’ın zenginliklerine el koymayı) tartışadursun, ben gülünç olan bahane üzerinde duracak, bu iki topluluğun-örgütün terörist olmadığı gerçeğine yetkili ağızlardan ışık tutmaya çalışacağım.

Önce sevgili Taha Kılınç’ın isabetli bir tespitinden başlayalım:

“Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, sadece sohbetlerle yetinen bir yapı değildi; siyasi ve askeri hedefleri de vardı. Teşkilâta sembol olarak seçilen kompozisyondaki kitap ve kılıç birlikteliği, bu temel felsefeyi de özetliyordu. Ancak Hasan el Bennâ, bu siyasi ve askeri hedeflerin, toplumun geneli İslâm’a sımsıkı sarıldığı takdirde ve zaman içinde kendiliğinden gerçekleşeceğine inandığından, öncelik halkın eğitilmesine verilmişti.”

Ben de geçmişte bir yazımda baştan beri İhvan’ın şiddete uzak durduğunu, bir ara “meşru müdafaa mecburiyeti hasıl olursa diye bir hazırlık yapılması düşünüldüğü”nü, ancak fiilen amaca eğitim, ikna ve demokrasi aracılığı ile ulaşılmanın ilke olduğunu ifade etmiştim.

Bu yazıda ise bu yılın mart ayında İhvan’ın sözcüsü Cihad el-Haddad’ın hapishaneden yazdığı bir mektubu geniş ölçüde iktibas edeceğim (Mektup Timetürk’te yaymlanmıştı):

…Üç yıldan fazladır tutuklu bulunduğum, Mısır’ın en kötü hapishanesindeki tek kişilik hücrenin karanlığından yazıyorum. Ömrümü adadığım Müslüman Kardeşler (İhvan) hakkında ABD’de terör suçlamasıyla soruşturma açılması nedeniyle kendimi bu yazıyı kaleme almak zorunda hissettim. Biz terörist değiliz. Müslüman Kardeşler’in felsefesi ilhamını sosyal adalet, eşitlik ve hukukun üstünlüğünü vurgulayan bir İslam anlayışından alır. İhvan, kurulduğu 1928’den bu yana iki şekilde yaşamıştır: Düşmanca bir siyasi muhitte sağ kalmak ve toplumun ötekileştirilmiş kesimlerini ayağa kaldırmak. Hal böyleyken, hakkımızda yazılmakta, konuşulmakta ve fakat bize nadiren kulak verilmektedir. Sözlerimin bu ruhla anlaşılmasını ümit ederim.

Biz ahlaken muhafazakârlar, kaynaklarını kamu hizmetine adamış, sosyal bilinci olan 90 yıllık bir taban hareketiyiz. Fikrimiz basittir: İnanç, eyleme tahvil olmalıdır. Yani inancın testi, başkalarının hayatında gerçekleştirmeyi istediğiniz iyiliktir ve bir milleti kalkındırmanın, gençlerinin özlemlerini karşılamanın ve dünya ile yapıcı bir ilişki kurmanın tek yolu insanların birlikte çalışmasıdır. Çoğulculuk ve kuşatıcılığın inancımızın doğasında bulunduğuna inanıyoruz. Kimsenin ilahi yetkileri veya tek bir toplum vizyonu dayatma yetkisi yoktur. Kurulduğumuz günden bu yana halkın günlük ihtiyaçlarını karşılamak için ülkemizin kurumlarıyla siyasi ve toplumsal ilişkiler tesis ettik. Mısır’da Hüsnü Mübarek döneminde en çok zulme uğrayan grup olmamıza rağmen kimi zaman diğer siyasi oluşumlarla koalisyon kurarak kimi zaman bağımsız olarak mecliste varlık göstermemiz, hukukta değişim ve reforma bağlılığımızın delilidir. Şahsiyetsiz partilerle dolu bir çevrede güçlüye hakikati haykırdık. İktidarı Mübarek’in oğluna teslim etme planlarına karşı demokrasi yanlısı bağımsız örgütlerle çalıştık. Geniş bir yelpazeye dağılmış sendika ve işçi örgütleriyle de işbirliğine gittik.

Mısır’ın yeni doğmuş demokrasisinin ilk yılında, demokratik yönetimi daha ileriye taşımak amacıyla kendimizi devlet kurumlarını reforma vakfettik. Bu kurumlardaki sertlik yanlılarından göreceğimiz tepkinin çapından habersizdik. Devletteki yolsuzluğun üstesinden gelmek için yeterli araçlarımız yoktu. Sokaklardaki protestoları göz ardı ederek hükümet üzerinden reformlar yürüttük. Hataya düştük.

Düştüğümüz hatalara dair şu ana dek çok sayıda kitap yazıldığından eminim, fakat insaflı bir tahlil, güç kullanımına esaslı bir muhalefet sergilediğimizi gösterecektir. Kusurlarımız çoksa da içlerinde şiddet yok. Benzersiz bir devlet şiddetine karşın barışçıl direniş üzerindeki ısrarımız, şiddet karşıtlığına yönelik tartışmasız bağlılığımız hakkında çok şey anlatır…

Şiddet gruplarını, Müslüman Kardeşler’in doğurduğunu veya onların “şubelerimiz” olduğunu duyuyoruz. Bu çılgınca bir saptırmadır. Bilakis şiddeti seçerek Müslüman Kardeşler’den kopanlar bizim felsefemizde, toplum vizyonumuzda ve hareketimizde bu aşırılığa bir yol bulamadıkları için bunu yaptılar. Bu aşırıların hepsi değilse de ezici bir çoğunluğu bizi mürted (dinden dönmüş) olarak veya siyasi saflık içinde görmektedir…

Geriye dönüp baktığımda, siyasi manevraların hizmet etmek için yaşadığımız halk ile aramızda mesafe oluşturmasından dolayı üzüntü duyuyorum ki Arap Baharı’ndan çıkarılmış acılı bir derstir bu. Siyasi yol kazalarımızı da kabul ediyoruz, fakat toplumsal müzakereyi savunanların hapse atılıp ardından asılsız suçlamalara maruz kalması akıl almaz, basiretsiz ve ürkütücü bir emsal teşkil etmektedir.

(Pazar günü Hamas inşallah)