Google Play Store
App Store

Bugün her şeyden daha çok ‘hakikate’ ihtiyacımız var. O hakikati keşfetmenin yolu iktidarın eteklerinde; Ak Saray salonlarında değil hür, seküler, özgürlükçü bir eğitimden ve teori ile praksisin uyumundan geçer. Gelin haysiyetsizler sınıfındakileri tümden değerler dersinden bırakıverelim. Soma’da, Ermenek’te, Yatağan’da yaşananlar karşısında kahrolmadıkça da geçirmeyelim sınıfı!

Haysiyetsizler sınıfında ‘değerler’ eğitimi

GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN * - @grkanoztan

Diktatoryal rejimlerde insani değerlerin amansız bir biçimde aşındığı tarihsel bir tecrübe. Korku ve baskı ikliminde muktedir karşısında kırılganlığın artması, kendini saklama ve sessizliğe bürünme, suçu hep başkasına devretme gibi taktiklerin devreye sokulması yalnızca siyasal faillikten değil kamusal alandan da çekilmeyi beraberinden getirir. Kendini ve yakın çevresini tehdit altında hisseden siyasal özne için bu kaçış bir nevi hayatta kalma stratejisidir. Sessizliğin çoğu zaman kabul anlamına geldiğini inkâr eder ve fiilen onaylayıcı tavır ve aleni destek sergilememekle vicdanını rahatlatır. Bu durum elbette politik olarak eleştiriye açıktır ancak bir noktaya kadar da anlaşılabilir. Memlekette dişi tırnağı ile yaptığını ve yıllarını sadece muhalif olduğu için bir günde kaybedenler hatırlandığında kamusal edilgenliği peşinen mahkûm etmek güçleşiyor. Ancak bu saptama, kamusal edilgenliği aktif bir katılıma dönüştürecek devrimci –demokratik dayanışma pratiklerinin ne denli önemli olduğunu anlatmak için kullanıldığında anlamlı. Her devrimci hareket, sinizm ve kötümserlikle mücadele ederek işe başlar.

Madalyonun diğer kısmında ise kamusal alanda görünürlülüğünü sürdüren ancak bunu muktedire biat koşuluyla gerçekleştirenler var. Bir kısmı bildiğimiz otomat gibi hareket ediyor; asli vazifeleri Erdoğan’ı ve etrafındakileri memnun etmek. Bu doğrultuda ‘inisiyatif’ alıp göze girmeye çalışanlar da var sadece kendilerine verilecek talimatları bekleyenler de… Telefonun ucunda şekilden şekle giren iş adamlarını, gazete patronlarını, yayın yönetmenlerini hatırlamak yeterli. ‘Alo Fatih’lerin, ‘emrini olur beyefendi’lerin içini doldurduğu, haysiyetsizler sınıfının işbilir talebeleri; “giden ağam gelen paşam” deyip yoluna devam edenlerdir onlar. Acizliklerini gemisini yürütmek olarak ambalajlayan, omurgasızlıklarını ‘zamanın ruhu’na referansla erdem gibi sunan ahir zaman hokkabazlarıdır. Geçiciler ve geçici olduklarını bildikleri için bu denli sürüngenler, sürünerek gelip sürünerek gidecekler elbette.

‘İnsani’ mi dediniz?
Diktatoryal rejimler, sadece korku ile kıvranan ya da otomat gibi işleyen bireyler yetiştirmez. Aynı zamanda retorik ustalarını ve dil cambazlarını da vitrine çıkarır. En makbulü ise bir zamanlar iktidara muhalefet etmiş ama sonra ‘hizaya gelmiş’ haysiyet fukaralarına muktedirin kendisini alkışlatmasıdır. Burada iç bulandıran bir zafer edası, ‘gördünüz mü o da artık bizden’ kibri, ‘böyle dize getiririz’i içeren gözdağı saklı. Yıllarca iktidarı gerici ve otoriter olmakla suçlayıp sonra birden ‘ampullü vahiyle’ aydınlanan sonra da azmedip başdanışmanlığı kadar yükselen çokbilmişlerin dünyasında haysiyet ve sorumluluk serbest piyasa ekonomisinde alıp satılan bir şeyden ibaret. Bu kategori içerisinde sanatçıların ve eli kalem tutanların ayrı bir yeri var.

İktidarsever sanatçılar her daim vardı, var olacaklar da; ancak kendi ününü devlet zulmüne itiraz etmekten devşirenlerin devlet şiddetinin arkasındaki gücü aklaması ancak diktatoryal rejimlerin yarattığı haysiyet erozyonunda yetişir. Muktedirin destan yazdığını iddia ettiği kolluk güçleri tarafından katledilen bir çocuğun annesini meydanlarda yuhalatmasını ‘anlamak’, bunu ‘insani’ bir tepki olarak göstermek, şiddeti ve gaddarlığı onaylamaktır. Erdoğan’ın defalarca terörist ilan ettiği Berkin’e, ailesine ve yoldaşlarına uyguladığı sözel şiddeti meşrulaştıran ya da normalleştiren her hamle geçmişten bugüne zulme direnenlerin tümüne edilmiş bir hakarettir. Her konuşmada Denizleri ağzına alan, Erdal Eren’i hatırlatan birine bundan sonra devrimcilerin ismini anma cüreti verilmemeli elbette. Gezi’de yer alan sanatçıların işlerine son verildiğinde, konserleri iptal edildiğinde, haklarında davalar açıldığında ‘anlamayı’ beceremeyenlerden, Roboski kapatılırken tepki göstermeyi bilmeyenlerden neyin insani neyin olmadığını dinlemek bu devrin yeni bir işkencesi olsa gerek!

Saray soytarıları
Malum, totaliter olmaya heveslenen diktatoryal rejimlerde ‘hakikat bakanları’ hafta yedi gün sekiz görev başınadır. Temel amaçları da gerçeği eğip bükmek, iktidarın arzuladığı şekle getirmektir. İktidar fantezilerini AKP kitlesini galeyana getirmek için hakikat elbisesine sokanların, rüyalarında deri eldivenle sevilenlerin muhayyilesinde gerçek; sokaktaki, direnişteki değil iktidarın tahtındaki yaldızı dökük, aşağılık yalanlardır. İşin ilginç tarafı ‘hakikat bakanları’ liderin ‘hakikatleri’ zikrettiğine tanık olmaktan da müthiş keyif alır. Hani biz o ‘hakikati’ fani bedenimiz ve aklımızla kavrayamadığımızda hemen öğretmenliğe soyunup bize ders verir. İçlerinde ‘ben o görüntüleri izledim çok kötü diyenler’ de vardır örneğin; hayatını totalitarizmi eleştirmeye adamış Orwell’a Erdoğan’ı alkışlatanlar da…

Ne de olsa sonuna kadar eklektik dibine kadar anakronik, limitsiz malumatfuruşluk yapmak onların hakkıdır. Biraz burjuva kültürü eleştirisi, azcık Batı şüpheciliği, aydın eleştirisi, sol düşmanlığı, bol bol komplo teorisi ve tüm bunların üzerine cila olarak da ‘necip milletin ahlâkı’ ve ‘kültürü’ çekildiğinde büyük ödüllük oluverirsiniz. ‘Amerika’yı keşfeden Müslümanların’ torunu olarak Küba’da minare, fıtrat denizinde şamandıra, Ak Saray’da ise saray uşağı haline gelirsiniz. Arada da korunaklı bir köşeden suya sabuna dokunmayan iktidar eleştirisi yaptığınızda tadınızdan yenmez. Böylece hem iktidarın neferi olmadığınızı iddia edersiniz hem de devran değiştiğinde ben de eleştirdim deyip ellerinizi yıkarsınız. Örneğin Mahçupyan’ın eleştirileri tam da bu neviden, iktidara fiske, muhalif unsurlara tekme tokat kıvamında.

Değerler dersi mi versek?
Haysiyetsizler sınıfından söz ediyorsak ‘milli eğitim’den bahsetmemek olmaz. AKP’liler ve Eğitim-Bir-Senliler bahsettiğimiz haysiyet erozyonunun nedeni bulmuşlar da bizim haberimiz geç olmuş! Karma eğitim, ilköğretimin üç yılında zorunlu din derslerinin eksikliği kültürel yozlaşmanın başlıca sebepleri olarak görüldüğünden olsa gerek “milli eğitim şurasına” tadilat talepleri damgasını vurmuş. Eğitim-Sen itiraz etmese, muhalif basın haber yapmasa oldu bittiyle karma eğitimde yeni gedikler açılacaktı muhtemelen. Aynı zamanda anaokullarına da değerler dersi konması önerilmiş.

Değerlerden kastedilenin evrensel değerler olmadığı açıktır sanırım. 28 Şubat’ın rövanşını alacağız diye tüm okulları imam hatiplere dönüştürmekte kararlı olan iktidarın bu tasarruflarını da engin bilgileri ile bize anlatacak Alatlılara, Mahçupyanlara rastlamak kaçınılmaz sanki. Belki ayakkabı kutularından çıkan paraları anlatması için de bize Victor Hugo’yu, sıfırlama operasyonları için Dostoyevski’yi çağırırlar… Ama ne olur Bilal’e anlatır gibi anlatsınlar, malum biz onlar gibi sahte evrenler arasında geçiş, fanteziler arasında yolculuk yapamıyoruz.    
 

Gidin başımızdan deme zamanı
Toplumun sadece bugünün değil geleceğini de çalan bu soytarıların temaşasına artık yeter deme zamanı. Gerçek algısı ile oynanan, evrensel değerlere olan inancı, bilime güveni yok edilen nesillere nasıl bir gelecek kuracağız? Bugün her şeyden daha çok ‘hakikate’ ihtiyacımız var. O hakikati keşfetmenin yolu iktidarın eteklerinde; Ak Saray salonlarında değil hür, seküler, özgürlükçü bir eğitimden ve teori ile praksisin uyumundan geçer. Gelin haysiyetsizler sınıfındakileri tümden değerler dersinden bırakıverelim. Soma’da, Ermenek’te, Yatağan’da yaşananlar karşısında kahrolmadıkça da geçirmeyelim sınıfı!  

* Siyaset Bilimci / Akademisyen