Gezi’de sokağa çıkan milyonlarca insan için “başları kesilmelidir” demek “halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek” değil ama “Hadi bakalım barışçıl bir eylemle zamları, doğalgaz zamlarını protesto edelim. Hadi bakalım, yapalım. Yapabilecek miyiz? Kaç kişi çıkacak korkudan endişeden sokağa?” demek, “sokak çağrısı yaptı” yalanını da ekleyerek soralım, “halkı kin ve düşmanlığa teşvik” etmek öyle mi?

Fethullahçı çetenin siyasi ayağına dair hiçbir soruşturma yok, parayı bastıran FETÖ davalarından yırtıyor, dün Fethullah’a övgü düzenler bugün havuz medyasında pervasızca Gezicilerin kafasını kesmekten söz ediyor, Fethullah’ın gazetesinin sahibi beraat ediyor ama Emin Çölaşan ve Necati Doğru Fethullahçı öyle mi?

İhalesi yandaş medyaya verilmiş, sinyalizasyon sistemi kurulmamış tren hattının açılışını seçimler için erkene almak siyaset yapmak değil ama tam da o sinyalizasyon olmadığı için dokuz yurttaşın hayatını kaybetmesinin hesabını sormak “ölüler üzerinden siyaset yapmak” öyle mi?

Bir haysiyetsizlik müsameresi bu. Yalanın pervasızca söylendiği, insanların pervasızca hedef gösterildiği, hakkın, hukukun, adaletin terk-i diyar eylediği, önüne biraz daha kemik atılsın diye insanlıktan çıkanların haddinin hesabının olmadığı, başkası adına utanmak adlı o ıstırabı süreklileştiren, sıradanlaştıran bir kâbus.

Bir haysiyetsizlik müsameresinin tam ortasındayız. Bir grup sirk soytarısı günlerdir 80 milyon insanı 9 kişinin öldüğü tren kazasının gerisinde Suriye’ye yapılacak operasyonun olduğuna, kazanın uzay ajansının kurulduğu gün gerçekleştiğine ve bunun bir tesadüf olmadığına, kaza talimatını bir televizyon dizisi aracılığıyla Fethullahçı çetenin verdiğine inandırmaya çalışıyor.

Kaza ile ilgili olarak üç çalışan gözaltına alınıyor ama tıpkı Pamukova’da, tıpkı Çorlu’da olduğu gibi sorumlulardan tek bir istifa yok. Kurumun başındaki kişi önce sosyal medya hesabını kilitliyor, kilidi açtığında bir bakıyoruz ki profil fotoğrafını Türk bayrağı yapmış. Şaşırtıcı mı? Değil elbette, çünkü o da biliyor bayrağın her şeyin üzerini örtmeye yettiğini. O da biliyor vatan, millet, Sakarya edebiyatının nasıl işe yaradığını. Müsamere sürüyor yani.

Ta 3500 kilometre ötede insanca bir asgari ücret, adil bir vergi sistemi, sosyal devlet talebiyle sokağa çıkan insanlara bile düşmanlık üretebilen, “ya bizde de aynısı olursa” korkusuyla “sarı yeleklilere özenen karşısında bizi bulur” diyerek 50 yıllık tarihsel misyonunu, yani halk düşmanlığını bir kez daha ortaya koyanlar, kazayla ilgili doğru dürüst tek kelime etmeyerek şaşırtmıyorlar elbette, müsamerenin başrolünde yer alıyorlar çünkü.

Yine seçim yaklaşıyor, yine iç ve dış düşmanların bulunması, yine toplumsal fay hatlarının kaşınması, yine birtakım gerilimlere, korkulara oynanması gerekiyor. Gezi bunun için kaşınıyor, Suriye’ye operasyon bunun için yapılıyor. İktidarda kalmak için her şey mubah, müsamerenin devamı için her yol meşru. Yine asker tabutları gelecek, yine her gün beşer onar ölü sayıları verilecek, yine o el tabutun üzerine konulacak ve yine konuşulacak, konuşulacak, konuşulacak.
Bir yanda bu müsamereyi avuçlarını patlatırcasına alkışlayarak izleyenler var, öte yanda ise bu müsamereye duydukları kızgınlığı, öfkeyi, utancı korkuya teslim edip susanlar, sözcüklerini, cümlelerini içine atanlar. O öfke sese, söze dökülmedikçe, aklımızla, insanlığımızla dalga geçmeye, onurumuzu, haysiyetimizi ayaklar altına almaya devam edecekler. Bu yüzden konuşmak, susmamak, ses çıkarmak lazım, yoksa bu müsamere hiç bitmeyecek.