Singer “Türcülüğe karşı mücadelenin son derece güçlü felsefi, ya da daha spesifik olarak etik bir karakteri var ve elbette etik de felsefenin bir dalı” diyor.

Hayvan özgürleşmesi, ekoloji ve Marksizm
Fotoğraf: Peter Singer (Solda) - David Nibert

Fatma Sıla Sandal & Ulaş Bager Aldemir

Hayvan hakları tartışması sadece ülkemizde değil tüm dünyada süregelen bir tartışma. Bu tartışmanın çok yönlü noktaları olmasına karşın türcülük ve türcülük karşıtlığı şeklinde de özetlenebiliyor. Biz de bu süregelen tartışmaları Avustralyalı filozof ve hayvan hakları savunucusu Peter Singer ile Amerikalı sosyolog ve hayvan hakları savunucusu David Nibert ile konuştuk.

Hayvan Özgürleşmesi ilk kez 47 sene önce yayımlandı. Bu kitabı yazarken neleri hedeflemiştiniz? Sonuç sizin için tatmin edici oldu mu?
Peter Singer:
Amacım, insanları, hayvanlara çektirdiğimiz feci ve gereksiz acılar konusunda uyandırmak ve hayvanlara yönelik davranışlarımızı biçimlendirecek yegâne savunulabilir etik ilkenin benzer çıkarların eşitliğinin gözetilmesi olduğunu vurgulamaktı.
Hayır, sonucun tam olarak tatmin edici olduğunu düşünmüyorum çünkü söz konusu ıstırap sona ermedi, hatta daha da arttı. Özellikle Avrupa Birliği’nde bazı iyileşmeler olsa da orada dahi hayvanlar hâlâ eşit muamele görmekten çok uzakta. Hayvanların kalabalık fabrika çiftliklerinde hapsedilmeleri zulmüne ilişkin hiçbir yasal düzenlemenin bulunmadığı Çin’de endüstriyel çiftçilik muazzam boyutlarda büyüdü. Kaliforniya gibi bazı eyaletlerde bu tür yasalar olsa bile, Amerika Birleşik Devletleri’nde de hayvanların aşırı kalabalık çiftliklerde hapsedilmesini önleyen ulusal düzeyde yasalar yok.

Bu çalışmanın bizce en önemli özelliklerinden biri, 'hayvan hakları' nosyonunu felsefi ve rasyonel bir yöntemle temellendirmeye çalışmış olmasıdır. Çünkü, hesabı verilmemiş her türden ahlaki ve politik yaklaşım bâtıl olmaktan öteye gidemiyor. Siz bugünden baktığınızda, türcülük karşıtı mücadelenin felsefi vasıflarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Peter Singer:
Türcülüğe karşı mücadelenin son derece güçlü felsefi, ya da daha spesifik olarak etik bir karakteri var ve elbette etik de felsefenin bir dalı. Faydacı etik ekolünün kurucusu Jeremy Bentham, Fransızların insanların derilerinin renginin haklarının reddedilmesi için bir gerekçe olmadığını keşfettiğini (Fransız devrimcilerin kolonilerdeki kölelerin azletmesine atıfla) söylemiş ve bizim de bir canlının kürkü ya da kuyruğu olup olmaması gerekçesiyle haklarını inkâr etmediğimiz günü dört gözle beklediğini ifade etmişti. Haklar, muhakeme ya da dili kullanma yeteneğine göre değil, acı çekme kapasitesine bağlı olmalıdır, demişti.

Türcülük karşıtı mücadeleyi hangi nosyonla tanımlamak daha doğru olur? Hak mı, özgürleşme mi?
Peter Singer:
Etiğin temelinin haklar olduğunu düşünmüyorum. Bu temel, bilinç kapasitesidir; Bentham’ın dediği gibi acı çekme ya da hayattan keyif alma kapasitesidir. Bu kapasite olmadan bir canlının kendi öznel bakış açısından ona zarar veren ya da fayda sağlayan bir şeyin varlığından söz edilemez. Haklar toplumsal ve yasal teamüllerdir ve tarihsel olarak, insanların en değerli çıkarlarının başkaları tarafından ihlal edilmesini önlemek için kullanılmışlardır. Şimdilerde bu korumaların, insan olmayan hayvanlara da, kimilerine göre doğaya da uygulanması gerektiği fikri giderek daha fazla kabul görüyor. Beni hayvan hakları yerine hayvan özgürleşmesinden söz etmeye iten de hakların bu ikincil doğasıdır.
Yine de pratikte, hangi kavramı kullandığımız çok da önemli değil. Önemli olan, hayvanların durumunu iyileştirmekle ilgilenen herkesin, onlar hakkındaki düşünüşümüzü temelden değiştirmek ve milyarlarca duyarlı varlığa karşı dehşet verici tavrımızı sonlandırmak adına birlikte çalışması gerektiğidir.

Dilerseniz önce Marksist ekolojiyi konuşalım. Marksizm’in entelektüel ve pratik serüveninde ekolojinin ve hayvan haklarının yeri nedir?
David Nibert:
Karl Marx ve Friedrich Engels ile onların çalışmalarından etkilenen pek çok akademisyen ve aktivistin payidar katkısı, geçmişte ve günümüzde dünya tarihinin tarihsel materyalist temeline ilişkin kavrayışlarıdır. Elit ekonomik örgütlenme sistemlerinin politik, ideolojik ve kültürel süreçler üzerinde uyguladığı güce –ve bu güce meydan okumanın gereğine– dair okumaları, bugün radikal akademiyi ve aktivizmi etkilemeyi sürdürüyor. Bazı ekolojistler ve hayvan özgürleşmesinin savunucuları, çabalarını Marksist prensiplerden faydalanarak zenginleştirse de kapitalist baskılar, bugün gezegendeki çoğu varlığı tehdit eden yıkıcı ve baskıcı neoliberalist düzene karşı etkili bir mücadele yürütmek adına ihtiyaç duyulan teorileştirmenin ve praksisin tam olarak tanınmasını ve özümsenmesini engellemeye devam ediyor.

Ekoloji ve türcülük sorununa nasıl yaklaşmak gerekiyor? Bir yanda mistifiye edilmiş Derin Ekolojiler, Heidegger’in de savunduğu dokunulmamış doğa tezi ya da Zerzan gibi primitivistlerin temsil ettiği anti-modernist yaklaşımlar; bir yandan da Mary Mellor ve gibilerinin savundukları sosyalist feminist ekolojiler… İlkele mi dönmeliyiz yoksa endüstriyel olanakları ıslah ederek türcü olmayan, ekolojik bir medeniyet mi kurmalıyız?
David Nibert:
Derin ekolojik düşünce, kapitalizm tarafından desteklenen araçsal ve çıkarcı pratiklerden önemli bir kopuşu ifade ederken, bu pratiklerin pek çok takipçisi için diğer türlerin bireysel varoluşları oldukça önemsiz ve harcanabilir görülmektedir ki bu biraz şovenist, duyarsız ve insan merkezli bir bakış açısıdır. Anti-modernist yaklaşımlar, ille de eşitlikçi ya da adil olmasalar bile, özü itibariyle anti-kapitalisttir ve büyük oranda, hegemonik kontrol yerine kamusal olarak kontrol edilmesi halinde büyük fayda sağlayabilecek olan bilgi ve teknolojiyi geride bırakmaya çalışır.
Her türden tahakkümün ortadan kalktığı özgür bir dünyaya giden yol, Marti Kheel’dan Carol Adams’a, cinsiyetçiliğe, türcülüğe ve bu art niyetli ideolojilerle bağlantılı sayısız tahakküm biçimine karşı birleşik mücadeleyi savunan ekofeministler tarafından daha iyi aydınlatılmaktadır.

Sınıf mücadelesini görmezden gelen bir ekoloji ve hayvan hakları hareketi ne ölçüde radikal olabilir? Kapitalizme karşı olmadan doğaya değer atfetmek bir işe yarar mı?
David Nibert:
Tahakkümün bütün biçimleri, mevcut küresel kapitalist düzenle iç içe geçmiştir. Dolayısıyla herhangi birinin devamlılığı söz konusu olacaksa, bu biçimleri tek başlarına ele almak anlamlı olmayacaktır. Diğer hayvanlar için adalet hareketi, onlara yönelik işkencenin sistematik ve kâr odaklı biçimde teşvik edildiğini kabul edip bununla mücadele etmezse kendi kendini bitiren bir hareket olur. Gezegende yaşayan diğer hayvanların çıkarları, akademi ve ilericiler tarafından marjinalize edildiği ve düşüncesizce görmezden gelindiği sürece; onlara yönelik tahakkümün ekonomik, politik ve ideolojik temelleri, patriyarkayı, sömürüyü, şiddeti, savaşı ve küresel yıkımı güçlendirmeye devam edecek. Bu yüzden dünyanın her yerinden ve her görüşten aktivist, kapitalizmin yıkıcı güçlerine karşı birleşik bir mücadele yürütmeli ve dünyanın bütün sakinleri için adaleti önceleyen bir küresel sistemin kurulması için çaba sarf etmelidir.

Çeviren: Kerim Can Kara