Hayvanlar ve rakı

“Koyunu, hemen ilk baştan seçme, bırak onu Allah seçsin ve İsmail’ini kesmek yerine sana takdir etsin, bağışlasın. Böylelikledir ki Allah kestiğin koyunu kurban olarak kabul eder. İsmail yerine koyunu kesmek, ‘kurban kesmek’ iken koyun olarak koyun kesmek, olsa olsa ‘kasap’lıktır!” (Ali Şeriati, Hacc)

İki yıldır bu köşeye rakı yazıyorum. Hatırladığım kadarıyla bir iki söyleşi hariç bu köşede hiç etten bahsetmedim.
Haftada 7-8 e-posta alıyorum. 800 kadar e-posta aldım demektir bu. Neden hiç Yalova’dan, sakız rakısından, boğma rakıdan bahsetmediğimi filan soranlar oldu. Lakin bir tek kişi bile sormadı: Yahu bu kadar yazı yazdın, nasıl oldu da bir tek rakı-balık yazısı yazmadın? Kebaptan bahsetmedin?
Sanırım sanıldığı kadar önemli değil bu. “Uzun yaşamaz” denilen rakı köşesi uzundur yaşamakla kalmadı uzundur etsiz balıksız yaşıyor gidiyor üstelik. Et, çilingirin vazgeçilmez bir parçası olsaydı, envai çeşit e-posta atıp muhabbete giren okurlarım bu konuya da dikkat ederlerdi.
Hiç önemi değildir demiyorum tabii. Biliyorum ki memleketin ciddi bir bölümü rakısını etle tüketir. Ocakbaşı diye bir şey vardır, başında oturulan ocakta et pişer ve rakı içilir. Rakıyla kebabı ayrı düşünemeyen insanlar vardır.
Etten bahsetmiyorum, çünkü bu konu çok karışık. Adı “Rakı Beyazı” olan bir köşeden vejetaryenlik propagandası yapmanın tuhaf olacağını biliyorum. Ayrıca kendi kafam da bu konuda ziyadesiyle karışık. Ama işin kafamda net olan veçheleri var. Onlardan bahsedeyim.

KURBAN
Bu konuda uzun konuşmak istemiyorum. Yukarıdaki alıntıda Ali Şeriati pek güzel söylemiş zaten söyleneceği. Lakin şunu da eklemek gerekiyor: Izgara et yerken kurban kesmeye sayıp dökmek bir paradokstur. Tabak seviyesine düşmüş hayvanlar her durumda önceki bir tarihte kurban edilmiş demektir zaten. Besmeleyle, elektroşokla, iğneyle yahut kılıçla ne kadar fark eder?

HAYVAN MİLLİYETÇİLİĞİ
Nasıl ki ayı deyince dayak yersiniz aslan derseniz taltif edersiniz, ve bunun hiç bir mantığı yoktur, ayı da en az aslan kadar güzel, görkemli ve kuvvetlidir, sofrada da durum böyle. Köpek, kedi, papağan yemek ayıptır, olacak iş değildir. En az onlar kadar akıllı olan, sahibini tanıyan, kapı açıp resim yapabilen, uzaklardan evini bulabilen, müzikten anlayan inekler afiyetle yenilebilir ama. Bu ve benzeri pek çok konu için Hayvan Yemek / Jonathan Safran kitabını önereyim.

HAYVANSEVERLİK
Bütünüyle anlamsız ve yukarıdan bakan bir şey. Hayvanlar masif olarak sevilebilecek bir şey değildir ki? Akrebi form olarak severim ama yatağımda isteyeceğim son şey olur. Hayvansever lafı bütünüyle anlamsızdır, yukarıdan bakmaktır, türcülüktür. Hayvan hakları aktivistine deniyorsa hepten saçmalıktır. Feministlere kadınsever denebilir mi hiç?

ENDÜSTRİYEL ET
İşin bu kısmı en berbat kısmı. Bir kere endüstriyel et, tam olarak et değildir. Bir çeşit strafor sayılabilir. Derhal yasaklanmalı, en azından üzerine uyarılar yazılmalıdır: Dikkat bu paketteki ‘şey’ işkenceyle yaşatılıp acıyla öldürülmüş hayvanların parçalarıdır. Sağlığa zararlıdır ve lezzetsizdir.
Biraz bakının, bir tavuk 1 a4 kağıttan küçük bir yerde zorla ve kafeslerde dışkılarını birbirlerinin üzerine yaparak yaşatılıyor. Organik olanının 1 a4 kağıt boyuna çıkıyor bütün yaşama alanı.
Bu hayvancağızların bu şekilde yaşatılması ve öldürülmesine et yiyenler de karşı çıkmalı. Ayrıca endüstriyel et ‘alemi’ çevre, kaynaklar, iktisat başta olmak üzere pek çok şeye düşman. Endüstriyel eti savunan epey tartışmalı tek argüman var: Ucuzluk. Tabii neye göre ve ne pahasına ucuz? Uzun vadede olacaklar, olabilecekler, tüketilen su kaynakları filan ortada.

GERİ KALANLAR?
Rahmetli Ahmet Aydın müthiş bir hocaydı. Metabolizma profesörüydü ve gıda endüstrisiyle savaşıyorda. Taş Devri Diyeti kitabında sürekli et övüyor olsa da endüstriyel ete o da düşmandı. Ve vejetaryen beslenmeye karşı değildi. İnternet yazılarıyla dolu. Muhakkak bulun, okuyun.
Ama genel olarak endüstriyel gıda, gıda değil. Yolda büyüyen salatalıklar, asla bozulmayan yoğurtlar, düğüm atılabilen ekmekler… Bunların hayra alamet olmadığı kesin.

PEKİ NE YAPMALI?
Vallahi malesef işin bu kısmı zor. Benim önerim, markete sadece rakı almaya gidin. Semt pazarları kullanın. Köy pazarları bulun. İstanbul’da bile var. Kasımpaşa’daki İnebolu Pazarı harikadır. Peynirinizi peynirciden, turşunuzu turşucudan alın. Ekmeğinizi ya kendiniz yapın yahut onu da pazardan ekşi mayalı olanından alın. Bol bol alın. Atın derin dondurucuya dursun.
Et meselesine dönersek, dediğim gibi ne yiyeceğinize ben karışamam. Ama en azından sizleri endüstriyel etle mücadele etmeye davet edebilirim. İlle et yiyecekler de en azından etlerini marketlerden almasınlar. Nereden geldiğine dikkat etsinler. Bunu ölçmenin anlamanın bir yığın yolu var. Örneğin gerçekten tavuk olarak yaşamış bir tavuğun eti uzun zamanda pişer.

Not:Baştaki Ali Şeriati alıntısını Birikim Dergisi web sitesinde yayınlanan Abdullah Onay’ın “Kurban: Kan, Can ve Deri Üzerinden Sürdürülen Bir “Gelenek”: “Rüya”nın Sonu, Ekonominin Gerçekliği”nden aldım. Enfes yazı. Yeri gelmişken değerli arkadaşım Engin Öncüoğlu’nun bir sözünü de eklemem gerekiyor: “Okullarda Ali Şeriati zorunlu ders olmalı, din dersi seçmeli.”