Francione “Hayvanları ekonomik meta olarak kullanmamız, insanları menkul köle olarak kullanmaktan ahlâken daha gerekçelendirilebilir değildir” diyor.

Hayvanlara acı çektirmenin her miktarı yanlıştır
Prof. Gary Francione

Fatma Sıla Sandal & Ulaş Bager Aldemir

Son yıllarda özellikle Avrupa merkezli yükselen türcülük tartışmaları sürerken buna karşı geliştirilen argümanlar genellikle hayvan düşmanlığı ve insan merkezli yaklaşıma çıkıyor. Ülkemizde de özellikle son birkaç yıldır yaygınlaşan sokak hayvanı düşmanlığı artık katliam çağrılarına dönüştü. Biz de bu konulara dair hukuk ile felsefe alanlarında akademisyenlik yapan, yazar Prof. Gary Francione’la söyleştik.

Sorun nedir tam olarak? Endüstriyel hayvancılıkla mücadele mi, yoksa endüstriyel olsun olmasın her türden şiddetin karşısında durmak mı?

Abolisyonist görüş (1,2) tüm hayvan kullanımlarının—gıda, giyim, araştırma ya da eğlence için ve bunlara benzer sebeplerle hayvanlara yapılan muamelenin koşullarından bağımsız olarak—ahlaken gerekçelendirilemez olduğudur. Daha çok acının daha az acıdan daha kötü olduğu açıktır, ama Abolisyonist görüş şu konuda nettir: Hayvanlara acı çektirmenin her miktarı yanlıştır.

Tüm kurumsallaşmış hayvan kullanımları—küçük ya da büyük ölçekte ve sözde ne kadar “insanî” olursa olsun—sadece hayvanlar mal olduğu için mümkündür. Hayvanlar eşyadır. İçkin ya da özlerine atanmış bir değerleri yoktur; sadece hârici ya da dış kaynaklı değerleri vardır. Hayvanlar ekonomik metadır. Onların çıkarlarını bize ekonomik fayda sağladığı sürece koruruz. Genellikle, hayvanların acı çekmeme çıkarlarını ancak ekonomik anlamda yüksek verim sağladığı sürece koruruz. Yani, hayvan refahı yasalarının hayvanların çıkarlarını koruduğu durumlar, bu çıkarları korumamanın daha maliyetli olduğu durumlardır. Hayvan refahı yasalarının standartları hayli düşüktür—ve bu gözlem neredeyse her yer için geçerlidir. “İnsanî” muamele fikri bir fantezidir.

Bu bazı hayvanlara daha fazla değer vermediğimiz anlamına gelmez. Örneğin, birçok insan ev hayvanı sahiplenir, onları sever ve aile üyesi gibi görür. Bu hayvanların sahipleri oldukları için, onlara nasıl değer verecekleri kararı da onlara aittir. İster daha fazla ister daha az değer atarlar. Gerçekten de birçok yerde ev hayvanınızın değerini sıfırlayabilir ve kendi hayvanınızı kendiniz öldürebilirsiniz, ya da bu işi bir veterinerde yaptırabilirsiniz. Ev hayvanınızı barınağa bırakarak, başka yuva bulunmadığı takdirde ölüme terk edebilirsiniz. Bu hayvanlara daha fazla değer atayabilmemiz mülkiyet sorununun istisnası değildir; bir örneğidir.

Geliştirdiğim Abolisyonist görüş, tüm hissedebilir varlıkların—öznel farkındalık sahibi tüm varlıkların—ortak bir hakkı olduğunu savunur: Mal olmama hakkı. Bu, hayvan kullanımını sadece düzenlememiz değil, ortadan kaldırmamız gerektiği anlamına gelir. Hayvanların yiyecek, giyecek ya da herhangi bir başka amaçla kullanımını reddetmek adına vegan olmakla yükümlüyüz (1,2). Tüm hayvansal ürünler—et, süt, yumurta—hayvanların acı çekmesine ve ölümüne sebep olur. İdeal sağlık durumu için hayvansal ürün tüketmemize gerek yoktur; aslında, gittikçe daha fazla ana akım sağlık profesyoneli hayvansal ürünlerin insan sağlığına zararlı olduğunu savunuyor.

Boyun eğdirip hizmet ettirdiğimiz, amaçlarımızın aracından başka hiçbir şey olmayan evcilleştirilmiş hayvanları dünyaya getirmeye son vermekle yükümlüyüz. Hâlihazırda dünyaya getirilmiş hayvanların da bakımını üstlenmemiz gerekir—bakılmaları gerekir çünkü evcilleştirilmiş hayvanlar oldukları için, kendi tasarımımız gereği, kendilerine bakamazlar. Ama daha fazlasını üretmememiz gerekir.

Hayvanları ekonomik meta olarak kullanmamız, insanları menkul köle olarak kullanmaktan ahlaken daha gerekçelendirilebilir değildir. İnsanlara yönelik ayrımcılık ya da metalaştırmayı ırk, cinsiyet ya da sınıfla meşrulaştıramayacağımız gibi, hayvan kullanımını da biyolojik türle meşrulaştıramayız. Bunun adı türcülüktür.

2. Türcülük karşıtı mücadele etik midir, yoksa politik mi? Liberal tedbirlerle bir yere varabilir miyiz?

Her şey hem etiğin hem de politikanın meselesidir. Yani, politik ve yasal sistemler, genellikle toplumun bir kesiminin—genelde ekonomik imkânları daha fazla olan kesiminin—etiğe dair görüşlerini temsil eder. Tüm ahlaki değerlerin politik bir boyutu vardır.

Toplum insanların değişim için çabalama yetisine yönelik olarak diğer hangi kısıtlamaları getirirse getirsin, toplumun büyük bir kısmı hayvan kullanımının ahlaken gerekçelendirilemez olduğuna ahlâki bakımdan inanmadıkça, türcülüğü herhangi bir toplumda politik ya da yasal anlamda ortadan kaldırmak da imkânsız olacaktır. Halk hayvan kullanmayı hâlen talep ediyorsa, herhangi bir hükümetin hayvan kullanımını kısıtlayacağına inanmak ancak hayalcilik olur. Aydınlanmış bir vegan diktatör ortaya çıksa, insanların %95’inin hayvanları hem yediği hem de başka şekillerde ekonomik kaynak olarak kullandığı ve bu kullanımı tamamen normal gördüğü bir nüfusa hayvan kullanımını yasaklasa, bu diktatörün diktatörlüğünün kısa süreceği kesindir.

Dolayısıyla, bir taban hareketinin ortaya çıkması ve veganlığın bir ahlaki yükümlülük olduğunu açıkça ortaya koyması gerekiyor; ahlaki yükümlülükle kastettiğim, hayvanları ahlaki bakımdan değerli addeden—salt eşya olarak görmeyen—herhangi birinin gerekli gördükleridir. Bu taban hareketinin, hayvanları ahlaki bakımdan umursadığımızı iddia etmemize rağmen onları mal olarak kullanabileceğimiz fikrinin akıl dışı olduğunu anlatması gerekiyor. Hayvanlar ahlaken önemliyse, yaşamlarını bizim için var olduklarına dair insan merkezci inancın bir ifadesi olarak almaya, onlara eşya muamelesi yapmaya ve bunu yaparak ahlaki değerlerini inkâr etmeye son vermek, bu konuda yapabileceğimizin en azıdır.

“Liberal tedbirler” diyerek hayvan refahı düzenlemelerinin türcülüğü azaltmaya yardımcı olup olmayacağını sorduğunuzu varsayıyorum. Kısacası, hayır. Hayvan refahı tedbirlerinin, neredeyse her zaman yanlış biçimde ve her zaman en iyi ihtimalle abartılarak, sözde “insanî” muameleye olanak sağlayacakları iddia edilir. Aslında olan şudur; hayvan refahı tedbirleri, hayvanlarda kayda değer bir acıya sebep olmadan da onları kullanabileceğimize dair fanteziyi güçlendirerek, hayvan kullanımına devam etmeye teşvik eder. Hayvan sömürümüzün daha “insanî” olduğuna güvendirilirsek, hayvanları sömürmeye devam ederken kendimizi daha iyi hissederiz.

ABD’de ve Avrupa’nın batısında oldukça ağır basan şirketleşmiş sivil toplum kuruluşları buna benzer kampanyalar organize eder, çünkü bu tip kampanyalar bu toplulukların geniş bir bağışçı havuzu geliştirmelerine olanak sağlar. Bu toplulukların, insanların hayvanları yemek ya da diğer şekillerde kullanmak yoluyla sömürmelerine rağmen “hayvansever” olduklarına inanmaları ve bağış yapmalarından ekonomik çıkarları vardır.

Bu sivil toplum kuruluşları tek konulu kampanyalar da düzenlerler. Bu kampanyaların bir örneği, elli yıldan uzun süredir devam eden bir tanesidir—kürk karşıtı kampanya. Bu tip kampanyalar, süregelen sömürüyü, kürk kullanmanın deri ya da yün kullanmaya kıyasla ahlaken daha kötü olduğu fikrini öne çıkararak destekleme eğilimindedirler. Bu fikir, diğer kulanım ya da pratiklerin kampanyada hedef alınanlara göre ahlaken kabul edilebilir, ya da en azından daha iyi olduğuna dair bir ahlaki hiyerarşi yaratır. Bu kampanyalar ayrıca toplumda dışlanan ya da itibarsızlaştırılan kesimlerin pratiklerini hedef alma eğilimindedir. Kürk karşıtı kampanyalar tarihleri boyunca büyük oranda cinsiyetçi olagelmiştir. Birçok kampanya ırkçı ya da zenofobiktir; inekleri, domuzları, tavukları ve balıkları yiyen insanlar, köpekleri yiyen (yabancı) insanları ahlaken daha kusurlu olmakla suçlarlar.

Abolisyonist görüş, toplumun önemli bir kesimi veganlığı ahlaki bir mesele olarak hayatına almadığı sürece hiçbir şeyin değişmeyeceğini savunur. Tartışmayı hayvanları kullanırken onlara nasıl muamele ettiğimizden ve “insanî” davranıp davranmadığımızdan uzaklaştırıp, muameleden bağımsız olarak hayvan kullanmayı ve öldürmeyi gerekçelendirip gerekçelendiremediğimize çekmek gerekir. Liberal tedbirler odağımızı muameleye ve hayvan sömürmeyi “insanî” bir biçimde sürdürebileceğimiz fantezisine devamlı teslim olmaya kaydırır. Toplum bundan vazgeçmediği sürece, politik ve yasal anlamda kurumsal sürecin başlaması dahi mümkün değildir.

3. Türcülük karşıtı mücadeleyi de kapsayan ekoloji hareketiyle diğer mücadeleler arasında nasıl bir diplomasiye ihtiyacımız var? Doğru olan, bütün ötekilerin ortak mücadelesini savunmak değil midir?

Öncelikle, çevre ve ekoloji hareketleriyle hayvan hakları hareketini birbirinden farklı görüyorum, en azından ikincisine dair geliştirdiğim fikirler kapsamında. Hayvansal tarımın ekolojik bir felaket olduğu ve sırf çevresel sebeplerle dahi durdurulması gerektiği elbette bir gerçek. Ancak, Abolisyonist bir perspektiften bakıldığında hayvan hakları hareketi adaletle ilgilidir. Hissedebilen insan harici kişilere adil davranmakta başarısız oluşumuzla ilgilidir. Gayri meşru şiddeti reddetmemiz gerekliliğiyle ilgilidir. Yerleşik ve kurumsallaşmış hayvan sömürüsünü gıdayla da sınırlı kalmayarak tüm alanlarda ortadan kaldırmakla ilgilidir.

Birçok çevreci, sürdürülebilir ya da daha sürdürülebilir hayvan sömürüsü olarak nitelendirdikleri şeyi önerir. Örneğin, İngiltere’de kurulan Extinction Rebellion (Tükenişe İsyan) hareketi, yenilenebilen hayvansal tarımdan ve hayvansal tarımın güya daha sürdürülebilir biçimlerinden yana tartışma yürütür. Bu tartışmanın Abolisyonist karşılığı ise, veganlığın tarımsal amaçlar için de en iyi seçenek olacağı—vegan bir dünya iklim felâketinden kaçınmak adına en fazla faydayı vadeder—ama asıl önemli olanın, ekolojik sebeplerle hayvan öldürmenin ekolojik sebeplerle insan öldürmek kadar gerekçelendirilemez olduğudur.

Hayvan hakları ve insan hakları birbiriyle ayrılmaz biçimde bağlıdır. Hayvanları biyolojik türü temel alarak ahlaki topluluğun tam üyeliğinden dışlamak yanlıştır, tıpkı insanları ırk, cinsiyet, sınıf vb. temel alarak ahlaki topluluğun tam üyeliğinden dışlamanın yanlış olması gibi. Bunun anlamı insanlara ve insan harici kişilere her durumda eşit davranmamız gerektiği değildir. İnsanlara da her durumda eşit davranmayız. Bir matematik öğretmeni arıyorsak ve seçeneklerimiz matematik yetisi olan biri ve zihinsel engelli biri arasındaysa, bu iki insanı eşit kabul etmememiz ve birincisini seçmemiz gerekir. Ama mesele farklıysa—mesele biyomedikal bir deneye rızası olmayan bir denek ya da zorla organ bağışçısı yapacağımız birini seçmekse, bu durumda matematikçi ve engelli insan eşittir—ikisini de seçmememiz gerekir. Salt başkalarının amaçları için araç olarak kullanma niyeti söz konusu olduğunda, bu iki insan eşittir. Abolisyonist görüş, tüm hissedebilir varlıkların bu bağlamda eşit olduğunu savunur. Hiçbirini eşya olarak kullanamayız. Bunun anlamı hayvanlara insanlarla aynı hakları vermek değildir; öylesi saçma olurdu. Ama tüm hissedebilir varlıklar—insan harici hissedebilir kişiler de dâhil olmak üzere—ortak bir hakla bağdaştırılmalıdır: Mal olarak kullanılmama ve (akabinde) öldürülmeme hakkı. Bu ortak hakkın tanınması, tüm yerleşik ve kurumsallaşmış sömürüyü ortadan kaldırma yükümlülüğünü getirir.

Hayvan haklarını benimseyenlerin insanlara yönelik ayrımcılığın her biçimine de karşı çıkması gerekir. İnsanlara yönelik ayrımcılıklara karşı çıkanların ise, türcülüğe de karşı çıkması gerekir. Solun hayvan haklarını/veganlığı karalama eğilimi beni oldukça hayal kırıklığına uğratıyor. Kullandıkları çeşitli argümanlar var; bu argümanların tamamı geçersiz ve basitçe hayvanların ahlaken önemi olmadığını varsayıyor. Örneğin, Sol kesimden bazıları insanların hayvanları sömürmek için kültürel olarak hakları olduğunu iddia ediyor. Bu ve benzeri herhangi bir iddia apaçık bir biçimde insan merkezci ve türcüdür. İnsanların insanları sömürmeye kültürel olarak hakları olduğunu savunmuyorsak, hayvanlar söz konusu olduğunda da farklı bir görüşe varmamamız gerekir.

Bir diğer gözde argüman, ekonomik kaynakları daha az olanların paralarının vegan olmaya yetmeyeceği, dolayısıyla da veganlığın “elitist” olduğu. Ancak, hayvansal gıdalar bitkisel olanlara göre her koşulda daha pahalı. Birçok kişinin meyvelere, sebzelere, tahıllara, baklagillere ve tohumlara erişimi var. Bunlar herhangi bir kişinin sağlıklı bir yaşam sürmesi için yeterli. Her insanın bu gıdalara ulaşabildiğinden emin olmakla yükümlüyüz, üstelik, dünya vegan olsaydı, gıda herkese yeter de artardı bile. Tüm bu gıdaları üretmek için daha az toprağa ihtiyaç olurdu. İşin garip yanı, elitist olan aslında vegan olmamaktır, çünkü hayvansal ürün tüketenler aslında tüketmeyenlere kıyasla daha fazla kaynak harcarlar. Ayrıca, sırf yapabilecek gücümüz var diye diğer hissedebilir varlıkları kendi amaçlarımız için sömürme hakkımız olduğunu iddia etmekten daha elitist bir şey yoktur.

Çeviren: Gülce Özen Gürkan

Yazar tarafından önerilen çevirmen notu: Francione’un geliştirdiği Abolisyonist görüş, Türkiye’deki bir kısım vegan tarafından 2013 yılından beri takip edilmekte, kuramcının birçok yazısı ve bazı kitapları (Hayvan Haklarına Giriş, İnsan Neden Vegan Olur) Türkçe’de bulunmaktadır. Hayvan Haklarına Abolisyonist Yaklaşım ve veganlıkla ilgili bilgi alabileceğiniz siteler:

www.AbolisyonistVeganHareket.org
www.VeganOluyorum.com