Meta üretimini esas alan kapitalizm ile yaşam arasında her zaman bir çelişki mevcuttur. Ancak bugün geldiği finansallaşma aşamasında kapitalizmin yaşamla olan çelişkisi hiçbir dönem olmadığı kadar derin ve yaygın hale gelmiş bulunuyor. Lefebvre, kapitalizmin krizlerini çözerek bugüne ulaşmasında mekânı keşfetmesi, işgal etmesi ve sömürgeleştirmesinin hayati bir rol oynadığını söyler. Diğer bir anlatımla, sanayi kapitalizminde mekânı meta üretiminin yapıldığı ve emeğin yeniden üretildiği yer olarak gören anlayışı artık çok gerilerde kalmıştır. Finansallaşma aşamasında kapitalizm için mekân sadece metanın üretildiği yer değil, metanın kendisidir.

Mekânın metalaşması sermaye birikiminin itici gücü haline geldiği ölçüde, insan bedeni de dahil olmak üzere metalaşmamış, kapitalizmin dışında kalan her şey, kapitalizmin tarih ve coğrafyasının parçası haline getirilirken, yaşamla derin ve yaygın bir çelişki de üretilir. Çünkü ölü emek olarak yaşam bulan metanın yerine yenisinin konulabilmesi için hızla öldürülmesi (tüketilmesi) gerekir.

Bu nedenle bugün devlet ve sermaye el ele verip, yaşamı hedefine almış; yaşama ve yaşam alanlarına saldırırken, aslında fıtratının gereğini yapmaktadır. Çünkü ancak saldırıp, işgal edip, sömürgeleştirebildiği ölçüde kapitalizm kendisini üretirken, yaşamın her alanına ölümü dayatır.

Bu durum ve mantık toplumun geniş kesimleriyle devlet ve sermayenin uzlaşmaz bir çelişkiye düşmesine de neden olur. Çünkü sermayenin ölümü dayattığı yerde, toplumlar için yaşam esastır. Yaşamın (daha iyi koşullarda) yeniden üretilmesi insan etkinliğinin temel dürtülerinden biridir. Sabah erkeden kalkıp, madene giren işçi, tarlasına koşup, zeytinine su veren köylü, gecekondusundan çıkıp, gökdelenlerin yükselişine tuğla koyan inşaat işçisi, kocası evinden çıktıktan sonra evine çeki düzen veren kadın, üniversitesine koşan öğrenci yaşamı(nı) yeniden üretmenin derdi ve arayışındadır.

Tam da bu nedenle, toplumsal yeniden üretim ertesi gün nefes alıyor olmaktan öte bir şeydir. Aldığımız havayı mümkün kılan yeşil alan, başımızı soktuğumuz konut, bunaldığımızda yardımımıza koşan komşumuz, dostluklarımız, sevdiğimiz lokanta, kız arkadaşımızla buluştuğumuz kafe, zeytin ağaçlarının meyvesi kadar gölgesi yeniden üretimin bir parçasıdır. Yaşam onlarla birlikte yaşamdır.

Kısaca kapitalizmin çelişkilerini fabrikadan yaşama, yaşam mekânına taşıdığı bugünkü aşamada, geniş halk kesimlerinin yaşam alanı olarak gördüğü yerleri ölüme yüzünü dönmüş sermaye ve devlet meta olarak görmektedir.

Beton mikserleri ve kamyonları Validebağ’a yaklaşırken, bölge halkı bağırıyor, “Koruma dokunma”, “öldürme yaşamı” diye. Tıpkı Başıbüyük, Gülsuyu, Gülensu’da, Dikmen’de gecekonduluların hep bir ağızdan “Konutuma, mahalleme, komşularıma, bahçemdeki ağaca dokunma” dediği gibi. Aynı sesleri HES’lerin yapılmak istendiği kırsal yerleşmelerde, köylülerden duyuyoruz; bağırıyorlar sesleri duyulduğu ölçüde “Yaşamımı, doğamı, ağaçlarımı” öldürme” diye!

Bütün bu seslerin arasında, mikser makinelerinin, kamyonların, TOMA’ların kol kola girerek oluşturduğu savaş makinesi yaşama saldırıyorlar; yaşama ve yeşile beton dökmek üzere!

İnsanı ve doğasıyla yaşamı hedefleyen bu savaş makinesinin yarattığı ölümün yakın zamanda en çarpıcı gerçekleştiği yer Manisa’nın Soma ilçesi oldu. Ölüm kendisini önce yeraltında gösterdi. Acımasız makine madene yaşamını yeniden üretmek için giren 301 madenciyi öldürüp, yan yana sıraladıktan sonra, daha ölü bedenlerin açtığı yara kabuk bağlamadan, aynı coğrafyada yerin üstündeki zeytinliklere saldırıp, aynı umursamazlıkla zeytin ağaçlarının ölüsünü yan yana dizdi. Gördük ki insanı ve doğasıyla ayrım yapmadan kapitalizmin savaş makinesi yaşama bitmek tükenmek bilmeyen bir düşmanlık içinde.

Gezi bu ülkenin dört bir yanında yaşama karşı üretilen bu sistematik düşmanlık ve kıyıma karşı bir toplu karşı duruş olarak vücut buldu. Yine Gezi’den öğrendik ki ancak birlikte durunca ölüm makinesi durdurulup, yaşama sahip çıkılabiliyor.

Tam da bu nedenle, Gezi Parkı’nın yaşamasını içine sindiremiyor ölüm makinesi; tıpkı Gezi başkaldırısını, gencecik ölen Berkin Elvan’ın yaşayan anısını içine sindiremediği gibi.

Yaşama düşman bu savaş makinesi karşısında, şimdi Haziran yaşamı temsil ediyor. Sermayenin ve devletin yüzünü ölüme döndüğü yerde, yüzümüzü hazirana dönmek yaşama asılmak demek. Çünkü türkünün söylediği gibi; “Haziranda ölmek zor”.