Aradan geçen üç yıllık tecrübeyle beraber bir tanımlama yapmak gerekirse; Haziran, hem Berkin hem Medeni’dir; hem Taksim hem Lice’dir; hem Cizre hem Cerattepe’dir

Haziran, insanlığın sabah olurkenki hâlidir

MEHMET YEŞİLTEPE / mytepe1960@gmail.com

Karadeniz’den yükselen Havva ananın çığlığı
Cizre’nin-Sur’un sokaklarında yankılanan
binlerce ananın Kürtçe ağıdı
Ve Gezi’nin kırmızılı kadını
Yol gösteriyor.
Berkin’in, Ethem’in, Ali İsmail’in anneleri
Bir pusulaya dönüşmüş
Kiminle kime karşı, nerede durulacağını gösteriyor.
Omuzlarımızın 31 Mayıs 2013’te olduğu gibi
Birbirini sınıfsız-sömürüsüz-mülkiyetsiz bir ufukla
tamamlamasını öğütlüyor.

Ortalık sanıldığından da öte karanlık. Konjonktürel fırsatı değerlendiren sermaye güçleri, kuvvetler ayrılığının biçimsel hâlini bile lağvediyor. Kararların hızla ve tek elden alındığı, gecikmesiz-engelsiz biçimde uygulandığı bir rejim istiyor.

Bu süreç, düzen içi çözüm arayışlarının tükenmesine bağlı olarak, alternatif arayışlarının büyütülmesini beraberinde getirebilir. Artık seçimlerin bir anlamı yoksa dolayısıyla da parlamentonun bir işlevi kalmamışsa, iş başa düşüyor demektir. Yani ortalığın bu denli kararması, “gecenin en karanlık anı şafak sökmeden önceki andır” misali şafağın habercisi olabilir.

Ancak bu türden süreçler de kendiliğinden işlemez. Tersine umutsuzluğu, hiçliği, toplumsal çürüme ve teslimiyeti de koşullayabilir. Tam da bu nedenle, umutsuzluğa karşı umudu, çaresizliğe karşı çareyi, yabancılaşmaya karşı özgürleşmeyi büyütebilecek tüm bireyler, çevreler, örgütler vb. harekete geçmeli; dayatılan iklimi ters çeviren, planlı-programlı bir süreci adım adım örgütlemelidir. Demiri tersine bükme, toplumsal akışın yönünü değiştirme olarak adlandırabileceğimiz bu süreçte, Haziran gibi birleşik mücadele araçlarına hiç olmadığı denli önemli/büyük sorumluluklar düşüyor.

Haziran, insanlığın sabah olurkenki hâlidir

Yaşar Kemal’in sanata yani insanın en güzel üretimlerine dair bir tanımından hareketle söylersek; Haziran, insanlığın sabah olurkenki hâlidir.

31 Mayıs 2013’te sanki yüz binler, 1871 Paris’inde veya 1917 Rusya’sında olduğu gibi ezberleri bozmuş, sistemsel tüm barikatları yıkmış, kaderini eline alarak geleceği fethe çıkmıştı. Evet, şimdilik sonuç alınmamış olsa da bu, insanlığın en değerli sabahlarından biridir; kapitalizmin karanlığına ve kâbuslarına son verilebileceğinin göstergesidir.

Sokağa dökülen kitleler, sanki Mayıs’ın 31’inin Haziran’ın 1’ine evrilmesinin o 1971’deki önemine, Mahir’in Cevahir’i kalbine gömdüğü güne gönderme yapar gibi, yüreklerinin meşalesini birbirinden aldıkları yoldaşlık kimyasıyla tutuşturarak tarih yazıyordu.

O tarihi yazan yüz binlerin, Haziran’ın 2’sinde Ahmed Arif’i ve Orhan Kemal’i bağrına basması, 3’ünde Nâzım’ın ölümsüz dizeleriyle şiir şiir kokması, 15-16 Haziran direnişini komünal bir yaratıcılıkla anması, bir tesadüf değildir. Çünkü toplumların tarihi, Manifesto’nun ilk cümlesinde söylendiği gibi “Sınıflar mücadelesi tarihidir.” Bu tarih, ileriye doğru insanlık değerleri adına atılan her adımla, ödenen her bedelle, üretilen her yapıtla yazılır; parçalar birbirini tamamlar ve bütüne dönüşür.

Haziran, tüm hâlkların örgütlenmesi ve savaştırılmasıdır

Devrimciler, yaşanmışlıklardan öğrenirler; öğrendiklerini eksiklikleriyle beraber değerlendirir ve güncelleyerek geliştirirler.

Geleceği kazanma ve özgürleşme yolunda, Giap’ın dediği gibi eğer tüm hâlkı savaştıracaksak, öz örgütlenmenin yanında “hâlk örgütlülüğü” dediğimiz araçlara/organlara ihtiyaç vardır. Bu örgütlenmelere dair bir şablon yoktur. İhtiyaçtan doğarlar ve ülkeye, zamana, koşullara göre biçimlenip işlev kazanırlar. Örneğin 70’li yılların ikinci yarısında gündeme getirilen Direniş Komiteleri, aynı zamanda reel sosyalist uygulamalara dair bir tartışmaya/arayışa denk geldi. Söz konusu sosyalist uygulamalarda rastlanan bürokratik yapı, hemen her devrimci için bir soru işaretiydi; nedenleri ve nasıl aşılabileceği tartışılıyordu. İşte Direniş Komiteleri o tartışmalar bağlamında geliştirilen, gelecekte hâlk iktidar organları olmaya aday örgütlenmelerdi; onun ön biçimleri, embriyonlarıydı; hem direniş hem alternatif zeminiydi.

Bu türden örgütlenmeler bugünden geliştirildiği takdirde, devrim sonrasında iktidarın hâlkların oluşturduğu organlara devri daha kolay olur, bu türden bir geçiş için uygun biz zemin ortaya çıkar.

Alternatif örgütlenmeler, aynı zamanda nasıl bir toplum istendiğinin somutlandığı, hâlkın söz-yetki-karar sahibi olduğu zeminlerdir. Hâlkla ilişkilerde hem bağların doğrudan oluşumunu sağlar hem de güveni ve inandırıcılığı artırır.

Haziran, toplumsal antikorların çoğaltılmasıdır

Bugün daha net biçimde toplumun, kapitalizmin devamını sağlayacak şekilde dinsel motiflerle örgütlenip yönlendirildiği, gericiliğin kurumsallaştırılarak yaygınlaştırıldığı zeminlerde, sınırlı sayıdaki dar kadro ile alternatif çalışma yapıp sonuç almak olası değildir. Bu nedenle özellikle bu türden zeminlerde, hâlkın kılcallarına dek sistem zehriyle etkisizleştirilmek istendiği yerlerde, toplumsal antikorların çoğaltılmasının yolu, bir biçimini Haziran meclislerinin oluşturduğu hâlk örgütlülüklerini geliştirip yaygınlaştırmaktır.

Meclisler, bir çeşit “faşizme-gericiliğe karşı hâlk komiteleri” olarak toplumsal zehirlenmeye karşı antikorlar olarak işlev görmeli, söz konusu olumsuzluk ( mevcut tablo) bir olumluluğa yani hâlkın kaderini eline almaya ve düşlerini gerçek kılmaya sebep olmalıdır.

Üç yıl önce Gezi sürecinde, “Geçmişten miras aldıkları koşullar içinde tarihlerini kendileri yapan” insanlar, bugün geri çekilmiş de olsa, kazanabilmeye olan inancı “Berikin”leştirmiş (sağlamlaştırmış) ve hâlkta dönem dönem gözlenen suskunluğun, teslimiyet veya faşizme rıza göstermek anlamına gelmediğini göstermiştir.

Bugün belki sokakta yüz binler yok ama AKP’nin tüm temennilerine ve bunun için iktidar imkânlarını kullanarak her yola başvurmasına rağmen, Gezi parantezi kapanmış değildir. Hatta tersine, Haziran’ın direngen kitlesi, bedellerin de ödendiği o sıcak deneyimle donanarak “itiraz ve alternatif” potansiyelini büyütmüştür.

Sonuç yerine

Aradan geçen üç yıllık tecrübeyle beraber bir tanımlama yapmak gerekirse; Haziran, hem Berkin hem Medeni’dir; hem Taksim hem Lice’dir; hem Cizre hem Cerattepe’dir; kadın sorununun, Kürt sorununun, inanç sorununun, doğa ve insan mücadelesinin emekçi başlığı altında toplanması ve daha da önemlisi, tüm ezilenlerin aynı barikatta yoldaşlaşmasıdır.

Bu, aynı zamanda Che’nin imkânsızı zorlayan mirasının güncellenmesi ve bugün olmasa da “Bir gün mutlaka” düşlerinin peşinden giden çocukların kazanacağının sokak diliyle anlatılması, bilinçlere kazınmasıdır. Şimdi görev, Gezi’den öğrendiklerimizi geliştirmek, kalıcı sonuçlar için daha ileri hamlelere içerebilmektir. Diğer bir ifadeyle ve Lenin’in İki Taktik’e Önsöz’de geliştirdiği bir önermeden hareketle söylersek; Gezi direnişi bize çok şey kattı; ama bugün sorun bizim o direnişe bir şey katıp katamayacağımızdır.