Son 5 yılda Türkiye seçimle yattı, seçimle kalktı. 24 Haziran milletvekili seçimleri ve büyük ihtimal Temmuz’a uzayacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde partiler ‘algı operasyonu’ peşindeyken pek çok sıkılmış insanın da umutlu olduğunu görüyorum. Umutlu olmak güzel bir şey ama fazlası fena hayal kırıklığı yaratır. O yüzden üstüme alındım ve tersinden düşünerek bu seçimlerde ne olmaz diye düşündüm.

Önce neler olabilir onu sıralayayım.

Birincisi, Saray aynı erkânla yoluna devam edebilir.

Muharrem İnce adaylığı ile uzun süredir bocalayan merkez sol biraz umutlanıp oylarını Kılıçdaroğlu’nun yüzde 25’inin az üzerine çıkarabilir.

Kürtler bundan sonra seçim barajı derdi yaşamayacaklarına ikna olabilirler ki bu büyük ihtimal.

Merkez sağ 1980’ler ve 1990’lardaki gibi iki ana partili yapıya geri dönebilir ki bu iktidarın yumuşak el değiştirmesi anlamına gelebilir.

Devlet’in partisi baraj altında anlamsız bir partiye dönüşebilir ki bu da büyük ihtimal.

Yeniden bir ‘kadın’ başbakan dönemi gelebilir.

Perinçek seçimlerden sonra zaferini ilan edebilir ki bunun alınan oylarla mantıksal bir ilişkisi olması gerekli değildir.

Bunun ötesinde ise hayal görmemek gerek. Seçimlerde genelde kandırılanlar vardır ve kandıranlar vardır ve kandırılanlar ikide birde kandırıldık diyenler değildir. Kandıranlar profesyonelce ve ellerindeki engin imkanlarla bu işi yaparlar ve sonuç da alırlar. Ancak kandırma-kandırılma seçim sonuçlarını o kadar etkilemez. Yani partinize ‘baş örtülü bacı’ almak da ‘bozkurttan hacı’ almak da o kadar önemli değildir.

Dünya genelinde de Türkiye’de de bazen ‘kemik oy’ denilen bir mevhum vardır. Buna daha genel kapsamda ‘kabile oyu’ da diyebilirsiniz. Bazı seçmen davranışı çalışmaları insanların ilk gençlik döneminde arkadaş seçer gibi siyasi parti seçtiğini ve bunu kolay kolay değiştirmediğini gösteriyor. Aynı şekilde insanlar büyük oranda dedelerinin, babalarının partilerine oy veriyorlar.

Partilerin politikaları özellikle kuzey ve batı Avrupa ülkelerinde seçmenlerin önemli ölçüde taraf değiştirdiğini gösterse de bu çok yaygın bir durum değil. Özellikle sağ sol bloklar arasında seçmen geçişi çok sınırlıdır. Yunanistan, İspanya ve İtalya’da görülen ‘yeni hareketler’ bu sağ ve sol bloklarını çok fazla hırpalamazlar.

Türkiye’de sağ blok yaklaşık yüzde 65 sol blok ise yüzde 35 dolayındadır. Bu iki blok arasında yüzde beş kadar geçiş ya var ya yoktur. Bunun istisnası 1990’lardan bu yana ortaya çıkan Kürt partileri ve Kürt seçmen tercihleridir. Ulusalcı bir ‘kurtuluş’ stratejisi etkisinde genelde ‘ilerici’ partilere eğilim yüksektir. Çatışmanın olmadığı şartlarda modernist ilerici partilerin geleneksel etnik seçmen arasında yüzde 25’lerin üzerine çıkması çok zordur. Ancak varolan durumda HDP’nin demografik avanaj nedeniyle baraj sorunu olmayacağını tahmin ediyorum. Genç nüfusun genele oranla kalabalık olduğu Kürt seçmenin toplam seçmen arasındaki oranı yaklaşık iki puan yükselmiş ve Kürt partileri için yüzde 10 barajının anlamını yitirmiştir. İkinci tura kalması neredeyse kesin Muharrem İnce söylemleri itibariyle Kürt seçmenin bir kısmını mutlaka etkileyecektir.

Türkiye’de seçim sonuçlarına haritalar üzerinden bakarsak sağ ve sol blokların üç aşağı beş yukarı 1950’lerden bu yana aynı yerlerden yoğun destek gördüğü ortadadır. İç göçle İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlere yerleşenler de buralarda yoğunlaştıkları ilçeler itibariyle aynı seçim tercihlerini büyük oranda devam ettiriyorlar.

Bunun anlamı şudur, CHP ne kadar söylemini genişletse de uzun yıllardır oturmuş olan algıları bir seçimde kırma ihtimali düşüktür. Maalesef daha kaliteli program ve daha kaliteli adaylar da bu algıları kırmak yerine perçinleyebilir ve ‘zayıf’ olana sahiplenmeyi artırabilir. Sonuçta iktidarın sınırsız bir mağdur edebiyatı gücü olduğunu biliyoruz.

Bu durumda muhtemel geçişler ülkücülerden ve AKP’lilerden İYİ Parti’ye doğru ve AKP’lilerden Saadet Partisi’ne doğru olacaktır. İnce ile geleneksel seçmeninin gönlünü alan CHP’den İyi Parti veya HDP’ye yönelim bu seçimde yok denecek kadar az olacaktır.

Son olarak bu seçimin kaderinin Akpli seçmenin vicdan muhasebesine bağlı olduğunu düşünüyorum. Lider sevdası ne kadar güçlü olursa olsun, çok yakın bir zamana kadar birlikte oturup kalktıkları, namaz kıldıkları insanların yüzbinlerle mağdur edilmesi, güçlü olanlar parti ve bürokraside otururken işçi, memur, köylü tayfasının yok edilmeye çalışılması adalet duygusunu zedelemiştir. Bunun yanında ekonomi kötü giderken ve genel nüfus fakirleşirken parti bürokrasisinin zenginleşmesi vicdanları zorlayacaktır. AKP son dakikada açıkladığı şantajcı bonkör vaatlerine rağmen beklediği tokadı bu seçimde yiyebilir.

İyi haftalar ve bol şanslar.