Haziranın sonu geldi. Sıcaklar başladı. Zaten bu ayın etimolojisinde de sıcak var. Haziran, Süryanice “sıcak” demek. Oradan da Arapçaya geçmiş. Bu ayın İngilizcedeki adı olan “June” ise Latince Junius sözcüğünden türemiştir. Anlamı da genç, gençlik… Güzel.

Haziran ve yaz, hasadı akla getiriyor. Cengiz Aytmatov’da, buğday tarlaları ile dolu göz alabildiğince uzayan ovalardaki hasat telaşını okuruz. Kolhozlarda çalışan insanları anlatır. Emek eksenli bir dünyada, kamusal ortak yarar için insanların yarışmasını panoramik bir tabloda anlatır yazar. Henüz sosyalizm “çökmemiştir.” Reel sosyalizmin çöküşünün temel gerekçesi olarak “bireysel rekabet” düğümünü öne sürenler tarihsel bir hata işlerler; sanki tüm insanlık tarihi boyunca hep kapitalizm ve bireysel hırs ve rekabet varmış gibi düşünülür. Bu anlayış, doksanlı yıllardaki “Tarihin Sonu” aforizmasıyla zirve yapar. Artık bu aforizmanın ve aynı adlı kitabın yazarı Fukuyama bile bu “son” masalını ileri sürememekte. Sosyalizm çöküşüyle birlikte ve ilk heyecanla, liberal kapitalizmin insanlığın son durağı olduğu görüşü bir negatif simge veya distopya olarak çoktan devrini doldurdu.

Biz yine Aytmatov’a dönelim. Onun sevgi ve emek ikilemini çözdüğü “Selvi Boylum Al Yazmalım” kitabını ve Atıf Yılmaz ustanın filmini biliriz. Ahmet Mekin’in canlandırdığı (Cemşit) karakterin harcadığı emek ve bu emekle sevgiyi kazanması artık bir simgeye dönüşmüştür. Bu kanlı canlı karakterlerin varlığı aslında bireysel rekabetin anti-tezidir.
Filmi anımsayalım; başkasının yanlışıyla Cemşit’in işi olmaz. Başkalarının yanlışına göre bir yaşam yolu belirlemez. İnsani bir emek ve sevgi sürecinde eyler. Diğerlerinin dedikleri değil, kendisinin bildiği doğrulardır yaşamını biçimlendiren. Kendi emeği ekseninde yaşar kısacası. Romanda ve tabii filmde, beklenen popüler kültür anlayışına uygun bir sona ulaşılmaz. İnsani bir sonuçla biter anlatı. Ve Cemşit karakteri simgeleşir.

Bizim Haziran’ın sonuna ilişkin mutlakiyetçi yaklaşım ve eleştirilerin varlığını biliyoruz. Ya benimsin ya kara toprağın tarzında yaklaşımlar. Elbette siyasal eleştiri, siyasi oluşumlar için iyidir. Ama, Haziran’a yönelik çoğu eleştiride, niyet eleştiri değil. Nesnel bir yaklaşım da yok. Daha çok, “kalbinden geçenin olmasını istediği” bir son. Bir siyasal hareketin yanlışlarını eleştirmekle, toplumsal alanda, muhalefet alanında varlığını istememek, sonunu ilan etmek başka şeydir. Haziran hareketinin varlığı, eleştiride bulunana nasıl bir zarar verebilir ki, “son” hükmüne varılıyor? Herkes kendi muhalefetini yapsın, eylem hattını izlesin. Doğru hatta olanı yaşam zaten ödüllendirecektir.

Benzer değerlendirme TKP için de geçerli. Başlangıçta TKP adı eleştirildi. Sonra bilinen ayrılık ve iki ayrı siyasal oluşum yine eleştirildi. İyi de hemen “son” ilanları yapmak yerine otur işini yap. TKP bir simgeyse, onun taşınıp taşınmamasını da hayat ölçecektir. Pek çok örgüt olur, herkes doğru bildiği hattı izler. Bu tür son tahminleri, “tarihin sonu” aforizması kadar boştur.

Haziranın sonu geldi. Ama takvimdeki haziranın sonu. Hepsi budur. Gerçekte aylara günlere biz bölmüşüz, yoksa zaman akıyor. Yani Haziran sona ermiyor, sürüyor. Bu zamanda, simgelerle oluşturulan bir anlam dünyamız var. “Haziran” da bir simgedir işte. Ve hayat içindeki her eylem de yine böyle bir simge niteliğinde. Simgeleri çoğaltmaya bakacağız.

Takvimdeki bir ad değil; hem simge hem gerçeklik olarak Haziran bir tarihtir, sürer. Değişerek, dönüşerek… Nasıl ki “tarihin sonu” savı nasıl yanlış çıkmışsa, Haziran’ın sonu söylemini de aynı düş bozumu beklemektedir.

Haftaya dize; “çünkü yaralarımız kapalı girilemiyor” (İlker Filiz; Şerhh, sayı 2015/1)