Arkasından tek bir not bırakmış. “Oynayamıyorum.” İşte ben bu sırrı hep saklayacağım demiştim. Şimdi anlayacak olan bilsin. Topa hâkim olamıyorsan, oynamayacaksın!

Hazırlıklı değilsin deneyimlisin

SİNEM SAL / @sinemsal

“Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.”

Behçet Necatigil

Geçtiğimiz günlerde Altunizade’de bir pastanedeydim. Kasadaki adam, yanında duran bir başka adamla konuşuyordu. Ben de hesabı ödeyecektim. Çantamın içindeki cüzdanımı arıyordum. Kasadaki adam, ötekine göre daha gençti. Pastanenin bir iki sıkıntısından bahsediyorlardı. Çok da dinlemiyordum. Sonra şu sözleri işittim. Hayatımın öyküsü oldu.

Kasadaki adam:

- Böyle durumlarda önce kasadakini yolluyorlar ağbi. Önceden de oldu. Hazırlıklıyım ben.

Öteki adam:

-Hazırlıklı değilsin. Deneyimlisin.

• • •

Birkaç gün önce Suriyeli olduğu iddia edilen bir adam, rögar kapağını kaldırarak intihar etti. Haberin sonrasını takip etmeye gönlüm yetmedi. İmza gibiydi. Okuduğum en ağır kitaplardan daha deliciydi. “Bat dünya bat”tan daha beter bir cümleydi. Aramızda olmaya niyetini kaybetmiş, hevesini yitirmiş, bizi anlamsız, belki sevgisiz, büyük ihtimalle de katı bulmuştu. Varsın çiçekleriniz açsın, varsın sıcacık yuvanız olsun, varsın en hassas şiirleri yazın yerin üstünden bir farkı yok artık bu lağımın dedi ve gitti belki de.

Kalbi dayanmadı

Çocuktum. Komşumuzun oğlu Erca n Ağbi’ye hayrandım.Evinde duvardan duvara asılı renkli renkli gitarlar vardı. Bizim televizyonda hiç çalmayan müzikler onun radyosunda çalardı. Annemle onlara oturmaya gitmeye bayılırdım. Annem ve annesi arkadaştı. Salonda otururlar, mahalle sorunlarını konuşurlardı. Ercan Ağbi başka türlüydü. Onu bir tek böyle tarif edebilirim. Başka türlü olan insanları bilirsiniz. Bir pamuk çiçeği gibidirler. Biri sanki onları hoyratça ya da hafifçe üflemiştir. En iyi bildikleri şey konamamak, konaklayamamak, havalanmak ama uçamamaktır. Ercan Ağbi de öyleydi.

Omuzlarına kadar uzanan kıvırcık saçları vardı. İri burnu dışında yüzünde hiçbir sertlik göstergesi yoktu. O da sanki dünyanın tüm kokularını içine çekmek içindi. Ne var ne yoksa ciğerlerinde biriktiriyordu belli ki.

Sigara içiyordu. Bizim evde de dedem sigara içerdi. Geceleri odasının kapısını kapatırdı. Oturma odasında uyuyordu dedem. Ben de sabahları çizgi film izlemek için parmaklarımın ucunda o odaya girerdim. Hiç unutmam o kokuyu. Midem bulanırdı. Kahvaltı bile yapmamış olurdum daha.

Ercan Ağbi’nin odasındaki sigara böyle kokmazdı. Hep açık duran penceresinden E-5’ten içeriye hücum eden otomobillerin sesi girerdi. Hafif hafif havalanırdı beyaz, tül perde. Saksı çiçeklerine takılırdı bazen. Annesi Hamiyet Teyze o çiçeklerin yapraklarının bile tozunu alırdı. Bu oda, onun olduğu kadar annesinindi. Hatta belki daha çok annesinindi. Bunu büyüyünce anladım.

Bir gün yine Ercan Abilerdeydik. Elimde kırmızı bir top vardı. Salonda annemleri iyice rahatsız ediyordum ki beni hole yollasınlar. Böylece Ercan Abi’nin odasının önünde top oynayabilirdim. Hamiyet Teyze’nin güzelim saksı çiçeğine topu indirince beni hole attılar. Ben de kırmızı topuma tekmeler geçiriyordum. Hızımı alamadım ve top bam diye çarptı Ercan Abi’nin kapısına. Kapıyı açtı. Gülümsedi. Kırmızı topumu eline aldı. Topa hâkim olamıyorsan, oynamayacaksın, dedi. Güldü. Aslında çok iyi oynuyorum ama ilgini çekmek istedim, odana sızmak istedim diyemedim. Topu yeniden bana fırlattı. Kapısını kapattı. Asla sevgisiz değildi.

Bu olaydan bir hafta sonra okuldan eve döndüğüm bir akşam, binanın önünde kalabalık vardı. Annem, koşarak bana yaklaştı. Gözlerimi kapattı elleriyle. Sokağın başındaki Kreş Pastanesi’ne soktu beni. Muzlu pasta aldı. Sünger bir ruloyu andıran pastayı yerken, Ercan Abi’nin parçalanmış cesedini taşımışlar meğer.

Arkasından tek bir not bırakmış. “Oynayamıyorum.” İşte ben bu sırrı hep saklayacağım demiştim. Şimdi anlayacak olan bilsin. Topa hâkim olamıyorsan, oynamayacaksın!

• • •

Bu yazıya Cuma gününün sabahında başladım. Bir psikoloğun intihar görüntülerini izledikten hemen sonra. Kültür Merkezi’nde telefonla konuşuyor. Sonra bir saniye bile düşünmeden sandalyeyi çekiyor trabzanların kenarına. Atıyor kendisini. Katı dünya. Sonrasını bilmiyoruz.

Yaralarımıza eğilmeliyiz. Bazen yetmiyor. Annemizin, babamızın, sevgilimizin bizi çok sevmesi de aldığımız nefes de kin, öfke, kariyer hırsı, iktidar arzusu var. Pamuk çiçeği gibi yaşayan insanların kalbini üflemeden önce, o kalpler fırtınaya kapılmadan önce sadece sevgi vermeliyiz belki de. Elimizde başka bir şey yok. Taksideydim. Zuhal Olcay’ın sesi, Necatigil’in sözleriyle açıp Sevgilerde’yi dinledim.

Hiçbirinin sebebini bilmiyoruz elbette. Kendimize göre yeniden görüyoruz. Yeniden yorumluyoruz. Bildiğim bir şey varsa, bir çiçeğin açışına da göğüs germeli insan. Çünkü zordur güzeli karşılamak da. Bu dünyadan ayrıldığımda sevginin ve aşkın hakkını vereceğim, hem kendime hem size. Birbirimizden başka kimsemiz yok. Yetmez mi?