HDP açısından umutlar artarken, tehlikelerin de büyüdüğü söylenebilir. Verdiği her sınavdan sonra yeni sınavlarla karşılaşması da kaçınılmaz gibi. Barıştan ve siyasetten yana tavrı, Türkiyelileşme çabaları, barış sürecinde oynadığı rol nedeniyle güçlendiği ve toplumca kabul gördüğü açık; barajı aşıp 80 milletvekiliyle Meclis’e girmesi de büyük bir başarı. Ancak bu başarının bir yandan AKP ve hükümet, öte yandan PKK tarafından yeni sınavlara tabi tutulduğu da ortada.

Örneğin Hükümet ve daha birçok çevre Demirtaş’tan “amasız barış çağrısı” beklerken, böyle bir çağrıyı PKK üst yönetiminden Dursun Kalkan “siyaset kurumu neyi başardı hangi sorunu çözdü ki barış çağrısı yapıyor?” gibi küçümseyici bir cevapla karşılamakta. Gelecek seçimlerle ilgili olarak hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylerken, siyasal mücadeleyi bir kenara koyduğu da anlaşılmakta. HDP’nin hükümette yer almasının kuşkuyla karşılanması da beklenir. Oysa, bir yanda silah ve şiddet, öte yanda özerklik girişimleriyle HDP’nin “pasif” buldukları siyasetini zorlamak isterken, hedefi zorlaştırdıkları da söylenebilir.

Öte yandan Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, HDP’nin hükümete girmesini siyasal vebal olarak nitelediğini görüyoruz: “HDP’nin bir şekilde geçici seçim hükümetinde olması, bunun vebali MHP’ye aittir” diyor. “Anayasal zorunluluk” ama aynı zamanda “vebal” miş! Zaten asıl beklediklerinin, HDP’nin de CHP ve MHP gibi hükümete katılmama kararı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Akif Beki’nin bu konuyla ilgili yazısı bazı ipuçları veriyor. Demirtaş’ın, AKP-MHP koalisyonu olduğu takdirde bunun bir “savaş hükümeti” anlamına geleceğini söylemesinden yola çıkarak, şimdi HDP’nin hükümete girmesiyle operasyonlar durmayacağına göre bu “savaş hükümetinde” nasıl yer alacaklarını sorgulamakta. Kuşkusuz HDP açısından bu konuda sorgulanacak çok şey olabilir; ancak AKP için de birçok suçlama yöneltip kapatmaya yeltendikleri HDP ile seçim hükümetinde bir araya gelmelerine ilişkin sorulacak sorular olduğunu düşünmek gerek.

Sorgulamalar bir yana, her iki tarafta da HDP korkusunun arttığı aşikar. Bunun en büyük nedeni de, toplumda HDP’ye yönelik destek ve sempatinin artması. Oysa HDP’ye yönelik desteği, barış süreci ve siyasal çözüme yönelik destek olarak okumaları gerek ama bunu yapmak istemiyorlar. Yapılan kamuoyu yoklamaları Kürt sorunu konusunda barış sürecine ve siyasal çözümlere yönelik desteğin devam ettiğini gösterirken, HDP’ye yönelik oyların artması da HDP’nin temsil ettiği barışçıl siyasetin toplumdaki karşılığının yükseldiğini göstermekte.

Ertuğrul Özkök’ün yazdıklarına göre Metropol Ağustos 2015 Araştırması’nda HDP ve Demirtaş’la ilgili sonuçlar da var. Örneğin, ankete katılanların yaklaşık yüzde 60’ı PKK ile mücadelenin ve Kürt sorununun silahlı mücadele ile bitirilemeyeceğini söylemekte ki, bu sonuç toplumun barış sürecine ve siyasal çözüme olan desteğinin nedenini de açıklamakta. Bunun gibi ankete katılanların en az yarısı (%53,5), seçim sonrasında Erdoğan ve Davutoğlu’nun izlediği politikayı sorumsuz ve tehlikeli buldukları gibi, yüzde 59’u da Demirtaş’ın Kandil ve Öcalan’dan bağımsız bir siyaset izleyemeyeceğini söylemekte. Buna karşın, %55’inin bağımsız bir politika izlemesi yönünde bir beklenti ortaya koyduğunu da söylemek gerek. Geçen seçimde HDP’ye oy verenler arasında HDP’nin PKK’dan bağımsız bir politika izleyebileceği görüşünde olanların oranının % 58’e çıkması ise oldukça ilginç. [1]

Sonuç olarak, yalnız evladını, sevdiğini yitiren Kürtler, asker ya da polis aileler değil, iki halkın çoğunluğu bu sorunun barış ve siyaset yoluyla çözümlenmesini istemekte. Seçim sonrası hortlayan terör ve operasyonlarla daha şimdiden 900’ü aşkın PKK’lı ile 60’ı aşkın güvenlik görevlisi öldürüldü; barış gelmezse daha ne kadarını yitireceğimiz belli değil; bunun yarattığı acı ve korku büyük. Suriye savaşı ve doğurduğu maliyet ile IŞİD’in sınırda ve içimizde yol açtığı tehditler de düşünülürse, barışçıl çözümlerin her zamankinden önemli olduğunu da kabul etmek gerekir. Cenazeler kalkarken alışıldık “şehitler ölmez” nidaları yanında, artık “bu acılar, bu ölümler niye, barış sürecine ne oldu?” diye haykırmaların da toplumun nabzını gösterdiğine kuşku yok.

Açıkçası barış ve siyaset Türkiye için esenliğe giden tek kurtuluş yolu; Temmuz ayı içinde kurulan Barış Bloku, bunun için çok önemli. Ölümü ve şiddeti yaşamış, acısını çekmiş, artık yeter diyen iki halk, büyük bir toplum var. Demektir ki, barış yerine savaşı, müzakere yerine silahı tercih eden tarafların “aşılması” isteniyor. Barış Bloku bu açıdan da önemli. Yani Barış Bloku, yalnız onu kuran ve içinde yer alan örgütleri ve kişileri değil, barışı ve siyaseti yeğleyen tüm toplumu temsil etmekte, en azından bunu hedeflemekte ve savaş ve silah yerine barışa ve siyasete işlev kazandırmak için yola çıkmaktadır. Konumu doğru konulur, söylemi iyi kurulursa, bu güce ve işleve ulaşması da mümkün.

[1] Söz konusu araştırmaya baktım; bu konularla ilgili sonuçları göremediğim için, burada yer alanları Özkök’e atıfla yazmak durumundayım.