Türkiye’de o kadar çok ve üst üste kötü şeyler yaşanıyor ki, her biri tek başına uzun uzun düşünülecek konular, günlerin köpüğü içinde akıp gidiyor.
Bir tsunami felaketi içinde kalınmış gibi… Bir yandan deprem sallantıları sürüyor diğer yandan azgın dalgalar büyüyerek geliyor.

İnsanlar ne zaman nereye doğru koşup, kaçacağını ve kurtulacağını bilemiyorlar. Büyük doğa felaketlerinde insanlığın ve insanların bütün umudu arama kurtarma ekiplerine bağlıdır.

Toplamsal felaketlerde ise siyasi yapılar, örgütlenmeler, önderlikler öne çıkar. Liderlerin tarihsel önemi de buralarda belli olur.

Ülkemiz bir tsunami felaketinin tam ortasındaymış görünümü arzediyor. O kadar çok sarsıntı yaşanıyor ki, “küçük ayrıntılar” gözden kaçabiliyor!

Bu “ayrıntıların” başında da HDP’nin durumu geliyor.

Türkiye’nin üçüncü büyük Meclis Grubu’na sahip partisi için açılan davalarda 3126 yıl ağır hapis cezası isteniyor. Daha da beteri var:

-18 kişi için de ömür boyu hapis cezası talep ediliyor!

HDP’nin Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ tutuklu olarak cezaevlerinde bulunuyorlar. HDP’li bir milletvekilinin gözaltına alınması, tutuklanması veya adli kontrol şartıyla serbest bırakılması “vakayı adiye” olarak kabul edilebiliyor.

HDP’nin seçilmiş belediye başkanları da tutuklu. Sayıları 60’ı geçiyor. Kayyum atanan HDP belediyelerinde halkın yüzde 55’i yüzde 78’inin oyunu alarak seçimi kazanmış başkanlar vardı.

Bunun adı ne olabilir?

Demokrasi denilebilir mi?

AKP kendisiyle ilgili bir tartışma olduğunda her zaman sandık sonuçlarına saygı gösterilmesini isteyegeldi.

Geldi, geldi devletin eski yerinde durdu.

Kürtlerin oylarını bir kalemde sildi, attı.

Haklarında toplam olarak 3126 yıl+18 ömür boyu ağır hapis cezası istenen milletvekilleri için iddia makamı bütün verilerini konuşma metinlerinden topladılar.

“Orada yaptığı konuşma, burada yaptığı basın açıklaması…”

Milletvekili ne için seçiliyor?

Eğer konuşamayacaksa seçime girmesinin bir anlamı olabilir mi?

HDP’lilerin hapiste olmaları sadece bu partinin sorunu şeklinde kabul edilerek demokrasi mücadelesi verilemez.

Referandum süreci HDP’lilerin tahliyesini içermelidir. Üçüncü parti demir parmaklıkların ardında bırakılarak yapılan halk oylaması gerçekçi olamaz.

Tarihsel olarak Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071 olarak kabul ediliyor. Henüz 1000 yıl olmadı. Şimdi durup düşünelim HDP’ye istenen 3000 yılın ne anlama geldiğini bir kez daha… HDP’li parlamenterlerin yaptıkları ortada:

-Bütün suçları konuşmak!

***

Türkiye’nin beyni oyuluyor!

Her askeri darbe, yapıldığı ülkeyi toplumu geriye götürür. Bu tespit yaşanmışlıklardan ortaya çıkmıştır. Bütün dünyada bilimsel olarak da kabul görür. Askeri darbelerle kendini kurtarmış bir ülke yoktur.

Tersine askeri darbe gören ülkelerin başları daha büyük belalara giriyor.

Bu tezin en sıcak örneklerini yaşayan ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Darbeci askerler işbaşına gelirken kısa sürede “demokrasiye geçirip” gidecekleri sözünü veriyorlardı.

Dediklerini yapıyorlardı! Demokrasimiz bu yüzden delik deşik oldu.

2016’nın 15 Temmuz’unda bir ilk yaşadık.

Askeri darbe yapılamadı!

Demokrasi kazandı!??

Fakat darbecilerin yapacaklarının bin beteri bu topluma reva görüldü. Darbeciler imha edilmesi gereken birinci hedef olarak neyi seçmişlerse o noktalar darmadağın edildi.

Bunların başında da üniversite geliyor.

15 Temmuz adeta bir manivelanın kolu işlevine büründü.

Milli birlik ve beraberlik ruhu içinde TBMM’de onaylanan OHAL kanunu sayesinde Türkiye Cumhuriyet’inin 93 yılda biriktirdiği ne varsa tarumar edildi, ediliyor.

En fazla da üniversiteler. Bilim dünyasının bir insanı bin bir emekle yetişiyor. Sürekli olarak okuyup, araştırıp, yazarak tezlerini ve kendilerini geliştiriyorlar. Bedeli yıllarla ölçülebilir ancak.

Bir KHK ile kürsülerinden savrulup atılanların derdi istihdam değildir.

Ülkenin geleceğidir onlar.

İleriki yıllarda bugünlerin tarihi yazılırken mutlaka şu tespit yapılacaktır:

-Türkiye’nin beynini oyma operasyonu!

***

Bafra Edebiyat Nöbeti

Yukarıdaki satırları okuyup da bu sütundan ayrılmayanlar için biraz da iç açıcı haberler vermeliyim.

Bu ülke de hiç mi iyi bir şey olmuyor, diye soranlaradır aşağıdaki satırlar…

İki ayda bir yayınlanan kültür ve sanat dergisi “Edebiyat Nöbeti” 9. sayısını yayınladı.

Derginin en dikkat çekici özelliği Samsun’un Bafra ilçesinde yayınlanıp bütün Türkiye’ye dağıtımının yapılması… Bir ilçede bu çapta yayın yapan bir başka dergi daha var mıdır, bilemiyorum. Edebiyat Nöbeti’nin Genel Yayın Yönetmeni Celal Karaca “yok” diyor:

-Biz ilçe merkezli çıkan tek kültür sanat dergisiyiz!

Son sayısı Ocak-Şubat 2017’yi yayımlayan dergi Hasan Kıyafet’in “Uzaylı Komünist” adlı öyküsüyle başlıyor. Attila Aşut ustanın “Ölme Biçimleri” adlı neşeli şiiriyle devam ediyor. Son sayfaları ise 2016’da kaybettiğimiz kültür sanat insanlarına ayrılmış. Bakınca birden ürperiyorsunuz. Bu kadar çok muydu? Vedat Türkali, Nail Güreli, Tarık Akan, Ahmet Oktay, Tanju Gürsu, Bertan Onaran, Giovanni Scongnamilla, Mete Akyol ve daha niceleri…

Edebiyat Nöbeti her sayıda seçtiği sanatçı için dosya yayınlıyor. Kimi çok ünlü oluyor, kimini yakın çevresi tanıyıp biliyor. Dergi yayımlanınca hepimiz seviniyoruz.

Bu sayıda da Abdullah Neyzar Karahan dosyası var. Ayhan Çıkın onu tanımlarken diyor ki:
-Karahan bir şiir bahçesidir!

Bu geniş şiir bahçesi Edebiyat Nöbeti’nde enine boyuna yer alıyor.