AKP çatırdarken Saray çevresiyle bugün “muhalif” haline gelen Davutoğlu ve Babacan-Gül ekibi arasındaki kavga kızışıyor. Saydığımız isimlerin her biri ve daha fazlası AKP’nin bulaştığı suçlardan ve hukuksuzluklardan kendilerini azade kılmaya çalışıyor. Son yaklaştıkça “ağır fatura benim üzerime kalmasın” refleksiyle hareket ediyor. Örneğin “zamanında uyarmıştım” diyerek bilge siyasetçi rolüne bürünmeye çalışan Gül, kuvvetler ayrılığını bitiren ve rejimin inşasına hizmet eden adımları nasıl şevkle onayladığını unutturmak istiyor. Suriye batağına Türkiye’yi çeken ve alt emperyalist bir güç olma adına Esad karşısındaki cihatçı grupları himaye eden Davutoğlu da Gül gibi ellerinin temiz olduğu iddia ediyor. Bununla beraber aralarında “strateji” farkı olduğu yadsınamaz.

Derinden ve temkinli adım atma yanlısı olan Gül ve Babacan’dan farklı olarak Davutoğlu, Saray’a ve ortağı MHP’ye erken bayrak açtı. Belli ki siyasi hırsları eski Başbakan’a şişirme bir özgüven veriyor. Küresel finans merkezleriyle dirsek temasında olan Gül-Babacan “diplomatik” hamle yaparken, kürsüde diplomasi dersi vermiş Davutoğlu deyim yerindeyse “bodoslama” gidiyor. Onun “terörle mücadele defteri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” sözleri bugünkü kavganın aslında AKP’nin son 5 yılını içerdiğini gözler önüne seriyor. Davutoğlu tehditleri bertaraf etmek adına birilerine “kirli çamaşırları ortaya dökerim” mesajını gönderiyor. En çok da kendini koltuğundan eden Pelikancılara ve MHP’ye sesleniyor. Eski Başbakan’ın 7 Haziran - 1 Kasım arasına dikkat çekmesi tesadüf değil. Çünkü tek adam rejimine giden yol o süreçte netleşti, Kürtlerle masanın devrildiği o tarihlerde kesinleşti ve AKP-MHP ittifakının çatısı yine o günlerde kuruldu. 7 Haziran öncesinde Erdoğan Anayasa’yı değiştirecek 400 milletvekili istemişti. Böylece iki yıl sonra referanduma götürülecek olan “başkanlık sistemi” Meclis’te halledilecekti. Fakat beklentiler boşa çıktı, iktidar çoğunluğu yitirdi ve Erdoğan seçim sonuçlarını tanımadığını ilân etti.

Sonrasında hepimiz uzun 90’lı yılların tüm felaketiyle nasıl 4 aya sığdırıldığına tanıklık ettik. Suruç’tan 10 Ekim’e yüzlerce insanın hayatına mal olan bu karanlık senaryo Davutoğlu’nun başbakanlığında yaşandı ve kendisinin çıtı çıkmadı.Üstelik Davutoğlu, 10 Ekim saldırısı sonrasında “kamuoyunun nabzını tutuyoruz, oylarımızda bir yükseliş trendi var” cümlesini kuran Başbakan olarak bir utanç vesikasının altına imza attı. Bu kadarla da kalmadı. 2015 Temmuz’unun sonunda CHP toplumsal barışı tehdit eden terör olaylarının soruşturulması için meclis araştırması istediğinde AKP ve MHP oylarıyla bu talep reddedildi. Bir yıl sonra HDP, Ceylanpınar’da katledilen polisler için benzer bir öneriyi TBMM’ye getirdiğinde yine AKP- MHP karşı çıkacaktı. İktidar gerçekler ortaya çıksın istemiyordu.

Davutoğlu’nun son konuşması üzerine toplumun farklı kesimlerinden “bildiğini açıkla” sesleri yükseliyor. Eski Başbakan dişe dokunur bir şey açıklayabilir mi? Buna evet demek çok zor. Açıklayamaz çünkü kendisi dönemin siyasi sorumluluk açısından en yüksek mevkisindedir. Açıklayamaz çünkü söylerim dedikleri eğer tahmin ettiklerimizse bunun etkisi sadece Erdoğan ve AKP ile sınırlı kalamaz, MİT başta olmak üzere devletin resmi, gayri resmi silahlı güçlerinin hepsini kapsar. Hendekler açılırken seyirci kalanlardan sınır içinde savaş kararı verenlere, polislerin katledilmesinden yola MHP ile devam kararı verenlere uzanan geniş liste bugünün Türkiye’sinde açığa çıkarılamaz.

7 Haziran süreci ile İstanbul’daki sandık darbesi ve bugünkü kayyım operasyonu arasındaki bağı görmeden siyasi pozisyon almanın sonuç vermeyeceği çok açık. Çünkü sandık aslında 7 Haziran’da devrildi ve o gün gösterilen basiretsizlik rejim değişikliğine giden süreci hızlandırdı. Şimdi benzer bir hatayı tekrarlamamak, 31 Mart/23 Haziran kazanımlarını savunmak ve büyütmek gerekiyor. İktidar blokunun Diyarbakır, Van ve Mardin ile yetineceğini düşünmek ise naiflik olur. Saray, HDP’nin elindeki başka belediyelere operasyon yapmak için fırsat kolluyor. HDP’yi hedef alan gayrinizami harp CHP’ye de pekâlâ yönelebilir. O nedenle CHP’li başkanlar hem sıfır hatayla yoluna devam etmek zorundalar hem de sandık ittifakını koruyup halkın demokratik katılımını en yüksek seviyeye çıkarmakla mükellefler. Şunu da not etmeden bitirmeyelim, iktidar bloku içindeki ayrışmalarda tarafların birbirine yaptıkları tehdit ve şantajlar tek başına muhalefetin hanesine artı olarak yazmaz. Önemli olan toplumun öfkesini saman alevi olmaktan çıkaracak ve yeni bir iktidar perspektifi sunacak sahici alternatifler inşa etmektir.