16 yıl önce Deniz Baykal eliyle Siirt seçimlerini yenileterek, Erdoğan’ı milletvekili ve Başbakan yaptıranlar, bugün de Kılıçdaroğlu’na Akşener’i Cumhurbaşkanı yaptırmak istiyor.

Önce Kemal Kılıçdaroğlu’na verilen akıl ne olabilir, diye düşünelim.

Aday olursan Erdoğan’ı geçme şansın yok. Üstelik aday olursan milletvekilliği seçimine de giremeyeceksin. Bir kere daha ve üstelik teke tek yarışta yenilirsen, milletvekili de olamamış halinle Genel Başkanlığı sürdürmen olanaksız olur. Zaten ekonomi batmış durumda. Sen düşük profilli birini CHP’den aday göster ama Meral Akşener’in de aday olmasını sağla. İkinci tura kalacak seçimde Akşener ile Erdoğan yarışsın. Akşener, Cumhurbaşkanı olsun. Kuracağı hükümete istediğin kişileri de aldırırsın. Meclis’te sen, hükümette Akşener, Türkiye için en iyi yönetim şekli olur!

Böylece sen de dibe vurmuş, batmış bir ülkeyi yönetmek zorunda kalmazsın, enkazı Akşener toplar sonra bir bakarsın ‘sosyal demokrasi’ olarak halk sizi seçer!

Kılıçdaroğlu’nu bu akıl yürütmenin ikna ettiğini düşünmek için, geçmişte parti organlarından bile habersiz aldığı kararlara bakmak yeterli. Dokunulmazlıklar, Ekmeleddin İhsanoğlu…

Mesele Kılıçdaroğlu’nun donanımı ve bekası ile ilgili değil. Asıl kafa yormamız gereken onu ikna edenlerin, Türkiye’nin nasıl yönetilmesini istedikleri.

Türkiye’de sol bir iktidar imkânının en büyük hırsızı 12 Eylül Darbesi’nden bu yana CHP oldu. Halkçı Parti, SODEP, SHP’de doğabilecek imkânları bile Deniz Baykal eliyle yok eden yine CHP yönetimini ellerinde tutanlar oldu. Böylece Türkiye’nin ‘sağcı, milliyetçi, muhafazakâr’ ve son 15 yıldır da ‘siyasal İslamcı’lar eliyle yönetilmesinin Bülent Tezcan’ın deyimiyle ‘temel kolonlarından’ birinin CHP olduğu bir kere daha ortaya çıkmış oldu.

Akşener’in kazanacağı bir seçim, siyasal İslamcılığın tasfiye edilmesi dışında ‘ezilenler’ için ne getirebilir? Eminim birçok insan “e az şey mi?” diyecektir. Böyle diyeceklerin çoğunluğunun da ‘deist’ oldular diye şikâyet edilenler olacağı da açık.
Bu haliyle Türkiye toplumu bir tür “kırk katır mı kırk satır mı” sorusuna teslim edilmiş olacak.

Öyle ise bize düşen 24 Haziran’ı bir milat olarak görmek yerine, onu içeren ama 25 Haziran ve sonrasında da devam edecek bir politik hattı örmek için çalışmaya başlamak olmalı.

CHP içinde artık sol kanat olarak kendilerini var etmiş olan ‘Gelecek İçin Biz’ grubu, parti içi mücadelesini her koşulda sürdürmek için çalışmaya devam etmeli. Kılıçdaroğlu’nun parti ve organlarını hiçe sayarak aldığı bu karar, CHP içinde olup ağızlarını açtıklarında devrimci ajitasyondan başka laf çıkarmayanlar için de bir turnusol işlevi görecek.

Sosyalistler, topluma her şeyi denedikten sonra mutlaka bize gelecek bir kitle olarak bakacak değiller. Eğer yeni tip otoriterlik, bir tür 19. yüzyıl dünyasına dönüşe benziyorsa yönetilenlerin isyan etme güçlerinin de aynı şekilde arttığını görmemiz gerekiyor.

25 Haziran sabahı Erdoğan kazanırsa her şey bitecek değil. Daha ağır koşullarda, belki savaş koşullarında bir ülke olacak Türkiye. Ama bırakıp gidecek halimiz yok. Ne ülkeyi ne de mücadeleyi. Erdoğan kaybederse, siyasal İslam tasfiye edilebilir ama otoriter sağcı, milliyetçi ve muhafazakâr bir yönetim ekonomik krizi halkın daha da ezilmesi pahasına yönetmeye çalışacak.

Bu süreçte HDP ya da Kürtlerden neden söz edemiyoruz? Henüz, Demirtaş dışında özeleştiri yapan olmadığı için olabilir. Bir de sosyalistleri konuşmaya değer bulmadıkları için, galiba.

Çalışmaktan, direnmekten, mücadele etmekten başka yol yok.