Hegel diyalektiği ve 28 Şubat

Yalın Gündüz

Üniversite öğrencisi olduğum sırada büyük Alman filozofu G. W. F. Hegel’in doğduğu, artık müze olmuş evini Stuttgart’ta ziyaret etmiştim. Henüz 28 Şubat süreci üzerinden kısa bir zaman geçmişti ve yıllar sonra Hegel ile 28 Şubat’ın birlikte işleneceği bir yazının fikri henüz bende oluşmamıştı. Fransız Devrimi olduğunda Hegel 19 yaşında bir öğrenciydi ve Avrupa’nın radikal dönüşüm zamanlarında yaşıyor olması, hayatı boyunca onu derinden etkiledi. Dünya ile ilgili her tür varsayımın altüst olduğu, varlığı her daim sabit olarak kalacağı düşünülen durumların bile değişebileceğinin anlaşıldığı bir dönemde yaşadı Hegel.

Sahip olduğumuz düşüncelerin zamanın ruhu “Zeitgeist” içerisinde anlaşıldığı ve ne yazık ki tarihsel bağlamında değerlendirilemediği, Hegel’in en önemli çıkarımlarından biridir. Tarih ile felsefe, onun metinlerinde içiçe geçer: “Aklın yürüyüşü” adını verdiği toplumsal gelişmelerle tarihin nihai bir hedefe doğru ilerlediğini ve insanoğlunun bilinç ve zihin farkındalığının, bireysel özgürleşmesinin, aşama aşama kaçınılmaz olarak artacağını ileri sürmektedir.

AKLIN TARİHSEL YÜRÜYÜŞÜ

Gelelim Hegel felsefesinin belkemiği olan diyalektik düşünceye. Aklın tarihsel yürüyüşüne devinimini veren gücün belirli bir düşünce ile karşıtı arasındaki çatışma olduğunu söyler Hegel. Diyalektik, Hegel’in “tez” adını verdiği bir durum, düşünce veya inanışın karşısına “antitez”in çıkması sonucunda, o konunun kapsadığı değerler üzerinden yeni bir “sentez” inşasını anlatır. Tez-antitez-sentez üçlü birliği tarihsel akışın bizi nihai gerçeğe yaklaştıran motorudur, çünkü tarihsel süreç, sentezin ortaya konmasıyla tamamlanmaz; aksine, kendi antitezi ile hesaplaşmayı bekleyen yeni bir tez oluşturur. Hegel, bu çerçevede, tez-antitez-sentez itici motoruyla dönüşen tarihsel ilerlemenin izini, despotik yönetimler altında yaşayan en eski uygarlıklardan özgürlük farkındalığına ulaşmış modern bireye kadar sürer.

Bu düşünceleri sonucunda Hegel’in kişisel olarak vardığı noktanın, Kant’a dayandırılabilecek akıl ve mantık “tez”inin karşısına, doğa felsefesi “antitez”inin çıkmasıyla oluşturduğu sentez olduğunu söylemek mümkün. Hiçbir oluşun diğer oluşlarla ilgisiz olmadığını, tarihsel akışın ayrı ayrı parçalar yerine bulmacanın bütünü içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini söylemektedir Hegel. Bu çerçeveden 28 Şubat sürecinin, pozitivist, akıl odaklı, laik Cumhuriyet tezinin karşısına siyasal İslam’ı antitez olarak çıkartmış olması Hegel’in tarihsel diyalektik düşüncesini doğrular niteliktedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin motoru günümüzde bu çelişki üzerinden devinmektedir ve istikameti de Hegel’in tanımladığı şekliyle bireysel hak ve özgürlüklerin gelişmiş olacağı yeni bir senteze doğrudur.

Cumhuriyetin içinde bulunduğu özgürlüğe doğru aklın yürüyüşüne en güzel örnek, 28 Şubat sürecinde de gündemde olan başörtüsü meselesinin dönüşüm sürecidir. Özellikle çok partili hayata geçilmesinden beri adım adım kuvvetlenen siyasal İslam antitezi, Cumhuriyet’in kurucu felsefesindeki bu seküler yaklaşıma doğrudan cephe almış ve başörtüsünü kendi antitezinin sembollerinden biri haline getirmeye çalışmıştır. Oysa 2021’e gelindiğinde, bireysel özgürlüklerinin farkına varmış, atama yerine seçimle belirlenen bir rektör talebindeki Boğaziçi Üniversitesi’nin muhalif Z kuşağı öğrencileri arasında başörtülü gençler olması yeni bir senteze doğru ilerlediğimizin en güzel kanıtıdır. Cumhuriyet’in kurucu felsefesindeki pozitivist akıl, kendi antitezinden beslenmekte ve yeni bir sentez üretmektedir. Gelin bir an için Zeitgeist’tan kafamızı kaldırıp Hegel’in önerdiği şekilde tarihi bir büyük bütün olarak düşünelim: Hiçbir despotik yönetimin kalıcı olmadığını ve tarihsel diyalektikte özgürleşmenin kaçınılmaz olacağını müjdeleyecektir Hegel bize.

Hegel’in tarihsel felsefeye bakışını en güzel özetleyen sözü hiç şüphesiz ki, “Minerva’nın baykuşu ancak gecenin çökmesiyle kanatlarını çırpmaya başlar” cümlesidir. Bu sözle Hegel, insanlık tarihini anlamak için, ancak günbatımıyla birlikte o gün içinde olup bitmiş olanların anlaşılabilmesine benzer şekilde, yaşamın akışına dair bilgeliğin ancak tarih tümüyle değerlendirilebildiğinde oluşacağını söylemektedir. Bu açıdan, entelektüel bilgeliğin simgesi olan Minerva’nın baykuşu henüz havalanmamış ve Cumhuriyet tarihinin tez-antitez hesaplaşması bitmemiştir. Gerçek şu ki, Cumhuriyet tarihimizdeki aydınlanmanın akıl yürüyüşü ısrarlı bir şekilde devam etmektedir. Cumhuriyet modernleşmesinin kendi antitezi olan siyasal İslam’la oluşan çelişkiden Hegel’in öngördüğü şekliyle yeni bir senteze evrilmesi kaçınılmazdır. Zamanın ruhunun oluşturduğu dar bir özgürlük alanında yaşarken, baykuşun kanatlarını çırptığı anı belki de sınırlı ömrümüzde hiç göremeyeceğimizi değerlendiriyor olabiliriz. Kişisel düşüncem odur ki, Hegel’in bilge baykuşu aydınlık akıl yürüyüşümüzü Cumhuriyet tarihinin gelecekteki bir sayfasından şu an bile izlemekte ve havalanacağı anı heyecanla beklemektedir.