Yanımda, yakınımda, ekranda inanılmaz hayatlara tanık oluyorum. İstatistiklere, araştırmalara bakıyorum ve karşıma çıkan tabloya inanamıyorum.

Hayır, her ay düzenli olarak televizyonlarda (beş on saniyeliğine) duyduğunuz işsizlik, enflasyon vb oranlarından söz etmiyorum.

Örneğin, şundan söz ediyorum: Türkiye’de akraba evliliği oranı yüzde 25. Yani her dört evlilikten biri amca kızı / teyze oğlu ile gerçekleşiyor. Bu vahim oran, Diyarbakır’da yüzde 42’ye çıkıyor. İzmir’de ise yüzde 8’e iniyor. İstanbul mu? Her zamanki gibi Türkiye ortalaması: Yüzde 25.

Bu oranlar bize neyi anlatıyor? Öncelikle, Türkiye’de / Anadolu’da (istatistiklere sığmayan) bir engelliler ordusu olduğunu. Akraba evlilikleriyle yapılan hemen her evlilikten, en az bir çocuk engelli olarak dünyaya geliyor. Tıp da, araştırmalar ya da gözlemler de bunun tanığı.

Akraba evliliklerinin en önemli nedeni; varsa tarlanın / arazinin bölünmemesi... Bir başka neden de şu: Kızlar okuyup evden uzaklaşmasın, ayağının üzerinde durmaya başlayıp “namusları” elden gitmesin! Onun için de bir an önce, başlık falan derdi de olmayan en yakındaki damat adaylarına verilip gitsin.

•••


Yanımızda, yakınımızda, ekranda tanık olduğumuz bir başka vahim ötesi tablo da uyuşturucuya dair. CHP İstanbul İl örgütünün araştırmasına göre, sadece İstanbul’da en az 600 bin uyuşturucu “bağımlısı” var.

Uyuşturucu kullanma yaşı da 12’ye kadar inmiş durumda. “Vahim” sözcüğü bile yetmiyor değil mi!

Nitekim, ekranda kayıpları arayan programlara bakıyorsunuz... 13-14 yaşında kız çocukları evden kaçıyor ya da kaçırılıyor ve uyuşturucu çetelerinin eline düşüyor. Kimileri de seks kölesi haline getiriliyor.

Sonra çocukların aileleri anlatıyor. Narkotik polisi “elimizde yeterli eleman yok” diye müdahale etmiyor / edemiyor. Çeteler dehşet saçmaya devam ediyor.

Hatta, hatırlayın Gülsuyu’nda yaşananları. İlk kez bir sol örgüt uyuşturucu mafyası ile çatışmıştı. Çetenin mahallede estirdiği terör böyle bir patlama ile noktalanmıştı.

•••

Bir yandan OHAL tartışmaları... Baskılar, basına yönelik şiddet.. Bir yandan ekonomik sıkıntılar... Yoksulluk... İşsizlik... Öte yandan toplumu kemiren böyle bir “çürümüşlük”.

İnsan merak ediyor, değil mi! Nasıl oluyor da bu toplum, çektiği olağanüstü sıkıntılara rağmen (en azından yarısına yakınıyla) Türkiye’yi yönetenlere hâlâ HAYIR demiyor. 15 yılda, ülkeyi bırakın daha iyi hale getirmeyi, dibe sürükleyen bir iktidarın yanında duruyor.

Dünyanın en önemli Marksist (ama Marksizme yeni bir açılım getiren) düşünürlerinden Gramsci, bunu HEGEMONYA ile açıklıyor.

Yani, totaliter iktidarın “kendi hâkimiyeti” konusunda RIZA YARATMASI... Daha açık ifadeyle “hayatımızın her alanına sızması, gücünü zihinlerimizde kurup yerleştirmesi ve yönetilenlerin (alttakilerin, yoksulların, eğitilmemişlerin) buna razı olması”...

Gramsci, bunun sağlanabilmesi için iktidar(lar)ın din / eğitim / medya gibi araçları kullandığını söylüyor. Neredeyse bir yüzyıl önce bu tesbitleri yapıyor.

Bugün, alın tüm o tesbitleri, Türkiye için uygulayın. Cuk oturacaktır.

Bugün, Türkiye’de olan tam da budur: AKP HEGEMONYASI.

Din / eğitim / medya aracılığı ile cehaleti övüyorlar.. Yoksulluğu neredeyse erdem olarak sunuyorlar. Sadaka kabilinden verilen paralarla “devlet senin yanında” izlenimi veriyorlar. 13 yaşında çocukların uyuşturucu / fuhuş çetelerinin eline düşmesini...

Veya (ayniyle vakidir) makarna, abur cubur vb karşılığı küçücük kızların “bakkal amcalar” tarafından tacizini KİŞİSEL DRAMLAR diye takdim ediyorlar. Dahası, okutulmamış, eğitilmemiş, meslek sahibi kılınmamış anne babaları suçluyorlar.

Toplumun çürüyüşünü zavallı yoksul ve “boyun eğmiş” insanlara bağlıyorlar.

Peki bu gidiş karşısında ne yapmalı?

Yanıtı, ne bir köşe yazısına ne de tek bir kişinin ufkuna sığar. Bunu, başta CHP siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları uzun uzadıya tartışıp konuşmalı… Bildik yöntemlerin dışında yollar aramalı…

Yıllardır “CHP TOPLUMA YENİ BİR PARADİGMA SUNMALI” derken bunu kastettim. 16 Nisan referandumu sonrasında yaşananlara bakınca da bunun ne kadar zor olduğunu (bir kez daha) gördüm.

Bu nedenle en azından şimdilik tek bir öneride bulunacağım. Gramsci’nin bir yüzyıl önce önemini fark ettiği medyaya dair bir öneri getireceğim.

CHP’nin elinin altında Halk TV gibi önemli bir “kaynak” var. Ancak o kaynak, yağmur suları gibi boşa akıp tüketiliyor. Orada çalıştığım için pek çok şey biliyorum. Bilmediklerimi de son günlerde Makbule Cengiz’in kitabından ve Serdar Akinan’ın yazılarından öğrendim.

Halk TV’ye... Daha önemlisi, hegemonyanın aşılmasında önemli bir rol oynayabilecek medya gücüne yazık oluyor.

İktidar Cumhuriyet’i boğazlarken, BirGün’ü bitirmek için elinden geleni yaparken, sıra Sözcü’ye gelmişken… Halk TV kendi kendisini imha ediyor. Ne karşılığında?

Yanıtı, Makbule Cengiz’in kitabında. ODA TV’deki yazılarda.

Ve bana sorarsanız, Kemal Kılıçdaroğlu’nun önüne konulan sayısız dosyada...