Bir okur, kibar bir dille ‘canlı’, ‘yaratık’ kelimelerini kullanmamdan şikâyet etmiş

Bir okur, kibar bir dille ‘canlı’, ‘yaratık’ kelimelerini kullanmamdan şikâyet etmiş.
Ama, ben şimdi bu canlıya nasıl ‘adam’ veya ‘insan’ diyeyim: Patronu olduğu katliamın kurbanlarını suçluyor, güvenlik konusunda yeterince hassasiyet göstermiyorlar diye. Epey bir yıl oluyor, AKP’nin ’iş yeri/çalışma güvenliği’ konusundaki en yüksek bürokratı da “Bunlar köylü olduğu için yüksekte yürüyemiyor, tersanelerde düşüp ölüyorlar” demişti.

Canlı, sözlerine devam ediyor: Bu ölümler ‘sektörel vaka’. Erdoğan’ın ‘ölüm, bu işin fıtratında var’ının tıpkısının aynısı; ama, zaten aynı sınıfta okumuş, yakın arkadaşlarmış.

6 ay önce, bağlandığı kablo kopunca aynı inşaatın 15. katından düşüp ölen genci hatırlatan gazeteciyi paylamaya kalkıyor.
Her şey mevzuata uygunmuş: Katliam patronluğundan utanmıyorsun, bari insanları aptal yerine koymaktan utan; zira, siz mevzuata uymuyor, tam tersine mevzuat size uyduruluyor. En çarpıcı örnek ve delil, AKP’nin Kamu İhaleleri Yasası’nı 170 defaya yakın değişikliğe uğratması, sipariş üzre.

İnsan, bir utanır; 11 kişiye mezar etmişsin o inşaatı; sen de 32. kattan atla intihar et. Katliam patronluğunun en hakça cezası ise, kendisinin öldürülmesi değil, tam tersine, en sevdiği, en yakını 11 kişinin aynı inşaatın 32. ve 15. katlarından yere çakılmalarını kendisine seyrettirmek. Ancak bu da, yere çakılacaklara haksızlık olur.
O zaman, ne yapmalı bu canlıya? Aslında, hiçbir şey; yeter ki bizlere yaptığı kötülüklerin sonuçlarını kendi eliyle ortadan kaldırsın. Önce bizden çalmasına izin verilen kamusal alanı kendi diktiği cinayet kulelerinden temizleyip kente iade etsin, yıkım masrafları kendisi tarafından karşılanmak üzere ve de bu araziyi afet toplanma mahalli olarak da kullanılacak şekilde ağaçlıklı bir parka dönüştürsün; adı ‘11 Canlar’ olmak üzere…

Bunu kendiliğinden yapar mı? Tabiî ki hayır; hâlâ ‘prestijli proje’ diye söz ediyorlar Torun Center’dan: Sevsinler sizin Center’ınızı; orayı kendi elleriyle yıktıkları ana kadar ‘Katiller Kulesi’ diye anıp, olmadı kendimiz yok etmeliyiz: O Center, hepimizin canına, malına, havasına, suyuna ve haysiyetine karşı hem doğrudan ve en somutundan bir tecavüz, hem de aynı zamanda bu tecavüzü kutsayan bir semboldür.

O beton yığınları orada kaldıkça, başta İstanbullular, her Türkiyelinin çocuklarına söyleyebileceği tek şey vardır: “Bir çekirge şebekesi geldi, kendi evimizde hepimize tecavüz etti, sonra da hepimizi secdeye kapanmaya zorlayıp sırtımıza çıktı oturdu ve de oturmaya devam ediyor.”

Bu adamın ve işbirlikçilerinin intihar etmesi gerekir dedik ve tam bu noktada, aklımıza tekrar Davutoğlu geldi ve de 49 rehine. Bu arada, bir de Necdet Özel: Çoğu çocuk olmak üzere 34 vatandaşını saatler süren jet saldırılarıyla katliama uğratan, bu sayede başbakanının takdir, tebrik ve teşekkürlerine mazhar olan, ancak her nedense Musul’daki canları tahliye etmek üzere iki helikopter gönder-e-meyen pek şerefli ve kahraman Genelkurmay Başkanı: Haydi, intiharı geçtik; ama, istifa etmek de mi hiç aklına gelmedi?

Neyse, biz Davutoğlu’na geri dönelim; Doğan Tılıç’ın birkaç ay önce belirttiği çok önemli bir husustan bir kalkış yapmak üzere: (Mealen) hegemonun paradigması içinde kalarak hegemonyayı yıkamazsın.

Türkiye’nin eli kolu bağlıymış, IŞİD’e karşı, ellerindeki rehineler yüzünden.

Önce üçüncü kez tekrarlayalım: O 49 insan, Türkiye’ye rağmen mi, yoksa bir AKP-IŞİD ortak tezgâhı gereği mi bu canavarların elinde? Ama, işte mesele şu ki, bu soruyu bile işlevsiz kılacak; yani, kendimizi kendi başımıza cevaplandıramayacağımız soruların ve kendi başımıza çözemeyeceğimiz problemlerin batağına saplanmaktan kurtaracak bir pozisyon almalıyız. Yoksa, “Aman, o insanların can güvenliğine bir halel gelmesin” diye AKP’nin dayattığı yasak ve kısıtların gönüllü uygulayıcısı, kendi yazmadığımız senaryoların dolgu maddesi oluruz.

Neyse, benim teklifim şu: Konsolosluk toprağı ve 49 insanımız, benim ve Türkiye’deki başka hiç kimsenin değil, fakat Davutoğlu ve şürekasının -ister gaflet olsun, isterse de ihanet- eseri olarak IŞİD’in elinde ve Türkiye’nin iradesi ipotek altında. Öyleyse, bu zelil durumu devam ettirip susmak yerine, Davutoğlu ve kendi hayran ve fanatiklerinden oluşan 49 kişilik bir grubun İŞID’in elindeki rehinelerle değiş tokuş edilmesi yolunda bir kampanya açıp değil susmak, avazımız çıktığı kadar bağırmak; tabii diğer yandan da ‘Katiller Kulesi’nin yıkılması yolunda bir eylemlilik başlatmayı da ihmal etmeksizin.