Hegemonya çözülürken onu yöneten (emperyalist) akıl da zayıflıyor, niteliksizleşiyor. Biden çözülmeye başlayan ABD hegemonyasını restore etme iddiasıyla gelmişti. Fakat kaçarcasına çekilme o iddiasını Afganistan’a gömdü.

Hegemonya restorasyonu yerle yeksan

ABD yönetiminin Taliban’la görüşmeye başlamasının üstünden iki yıldan uzun bir zaman geçti. Son günlerde Kabil’de yaşananları gördükçe, konuyla ilgilenenlerin aklından sanırım “bu süre içinde çekilmenin ayrıntılarını ve sivillerin tahliyesini görüşmedilerse acaba ne konuştular?” sorusu geçiyordur. ABD’nin bu kadar hazırlıksız yakalanması, süreci yönetecek bir planının olmaması tarihe geçecek bir beceriksizlik örneği. Bu durum Amerika için ağır bir hezimet olduğu kadar ABD’ye her yere uzanan ve şeyi kotarabilen bir büyük akıl atfedenler için de anlaşılması zor bir durum. Bu konu dışında ne görüştülerse, ABD ne koşul öne sürdüyse veya ne talep ettiyse hepsi boşuna zaman kaybı sayılır. Çünkü Taliban’ın verdiği sözleri tutmayacağını ABD de bizim kadar iyi biliyor olmalı. Ne de olsa, her tonda ve renkte (siyasal) İslamcılar onun çocukları.

Biden yönetimi çözülmeye başlayan ABD hegemonyasını restore etme iddiasıyla gelmişti. Fakat Afganistan’dan kaçarcasına çekilme ve Kabil’den dünyaya yansıyan o yürek parçalayıcı görüntüler o iddiasını Afganistan’a gömdü. Dünyanın gözü önünde yaşananlar, ABD’nin yarı gerçek yarı efsane ve rivayetten oluşan o “büyük ve güçlü emperyalist devlet aklı”na sahip olmadığını hem Amerikan kamuoyuna hem de dünyaya gösterdi. Hegemonya çözülürken onu yöneten (emperyalist) akıl da zayıflıyor, niteliksizleşiyor. Şimdi dünya bu manzaranın bir beceriksizliğin mi yoksa umursamazlığın mı eseri olduğunu konuşuyor? Bence her ikisi de…

ABD, yenildi mi?

ABD’nin Afganistan’dan çekilirken sergilediği görüntü, arkasına bakmadan kaçan bir yenilmiş ordunun halini çağrıştırıyor. Buradaki bir askeri uzman durumu şöyle özetliyor: “Bir savaş bölgesinden önce siviller tahliye edilir. Asker ancak bundan sonra çekilir. ABD, Afganistan’da bunun tam tersini yaptı. Bütün askeri gücünü çekerek o bölgelerdeki sivilleri adeta düşmanlarının (Taliban’ın) ellerine teslim etti. Güvenliğinden sorumlu olduğu sivillere ‘bakın başınızın çaresine’ dedi.”

ABD, Afganistan’da kaldığı süre içinde, işgale karar verdiğinde açıkladığı hedeflerin hiçbirine ulaşamadığı gibi, orada beklemediği bir çıkmazla karşılaştı. ABD’nin geç de olsa anladığı ama itiraf edemediği gerçek, orada kurduğu zayıf ve kukla hükümetler-devlet aygıtı, Afganlardan oluşan ama bir ulusal ordu olmaktan uzak paralı askerler kalabalığı ve (artık içten bozulmaya yüz tutan) kendi ordusuyla orada bir savaş kazanamayacağı gerçeğidir. ABD, Afganistan konusunda yanıldı, hem de çok yanıldı. Tıpkı bugüne kadar anlı-şanlı akademisyen ve politikacılarının uydurduğu o büyük teoriler ve dünyaya Amerikan emperyalizminin çıkarlarına uygun yeni bir nizam vermeyi amaçlayan (Tek kutuplu dünya, Yeşil Kuşak, Ilımlı İslam, BOP vs) projelerde çuvalladıkları gibi. Bu açıdan bakıldığında, ABD yenildi. Fakat bu yenilgi askeri değil siyasi bir yenilgi -ki sonuçları bir askeri yenilgiden daha ağır olacak. Askeri açıdan ne zafer kazanabildi ne de yenildi. Sadece savaşı pat durumunda tutabildi, o kadar.

ABD, Afganistan’ı neden terk etti

11 Eylül 2011 saldırısından sonra, ABD, Afganistan’ı işgal etmeye karar verdiğinde amacı (isteyen strateji diyebilir) NATO’yu yeni “terörle mücadele gücü” konsepti çerçevesinde konsolide etmek ve uçak saldırılarıyla çizilen hegemonya karizmasını onarmaktı. Afganistan’ı ne Rusya’nın enerji havzaları ve nakil yolları üzerinde baskı/kontrol kurmak için ne de Çin’i sıkıştırmak için kullanmak gibi bir stratejiyle hareket ettiklerini sanıyorum. İşgalin başında açıkladıkları amaçlara ulaşılabilseydi -strateji başarılı olsaydı- Çin ve Rusya’ya karşı kullanmak için bu iki ülke/gücün dibinde bir Amerikan kuklası devlet kurabilirdi.

ABD’nin Afganistan’ı terk etmesinin iki temel nedeni olduğunu düşünüyorum: (1) Savaşı kazanamayacağını ve sağlam bir Amerikan kuklası devlet kuramayacağını anlamış olması. (2) Değişen emperyalist dış politika stratejisi.

Afganistan’ın ABD için stratejik bir önemi bulunmuyor. Bugünkü haliyle Afganistan, ABD’nin hiçbir işine yaramayan, aksine, ağır mali yük getiren ve askeri gücünü zayıflatan bir çıkmaz yol. Dolayısıyla, kendisi için stratejik önemi olmayan bir yer için para harcamak ve askeri güç bulundurmak istemedi. Şimdi o parayı ve askeri gücü, değişen dış politika stratejisine uygun olarak, Çin’i (ve Rusya’yı) çevrelemek, sıkıştırmak amacıyla kullanacaklar.

Özet olarak, olup biteni anlamak için moda deyimiyle “büyük resme bakıldığında”, aslında ABD’nin sarsılan emperyalist hegemonyasını yönetmeye çalıştığı görülüyor. ABD yönetimi içeride Amerikan rüyasının dışarıda ise hegemonyanın birbirine paralel olarak giderek gerilediğinin, belki de çöküşe doğru gittiğinin farkında ve işte bu gerilemeyi yönetmeye çalışıyor. Çin (ve Rusya’ya) karşı oluşturmaya çalıştığı ittifak ve Pasifik’e verdiği önem/öncelik ve yaptığı yığınak bu gerilemeyi yönetme çabalarından başka bir şey değil. Ayrıca, buradaki askeri uzmanlar ABD ordusunda da ciddi bir bozulmanın olduğunu, muharebe gücünden çok şey kaybettiğini ve bu bozulma durdurulamadığı takdirde kof bir güce dönüşme olasılığı bulunduğuna dair değerlendirmeler yapıyorlar.

ABD, geri dönebilir mi?

ABD’nin bölgeye geri döneceğinden söz edenler temel olarak iki tez ileri sürüyorlar: (1) ABD’nin Afganistan’ı başta Çin (ve Rusya) olmak üzere bölgeye istikrarsızlık yayan bir kaynak haline getirmek istediği (yani bölgeye İslamcı terör yayan bir üs olmasını sağlamak) ve (2) bunun sonucu olarak, Afganistan ve bölge iyice istikrarsızlaştıktan (ve haliyle insan hakları ihlalleri göz yumulamaz hale geldikten sonra) bölgeye kurtarıcı olarak döneceği tezi.

ABD’nin yukarıdaki paragrafta özetlediğim gibi bir “büyük akılla” hareket ettiğini veya strateji izlediğini ileri sürmek bence ABD emperyalizmine sahip olmadığı bir “büyük akıl” bahşetmek olur. Benim baktığım yerden ABD’nin Afganistan konusunda böyle büyük bir akılla hareket ettiğini veya strateji izlediğini gösteren bir emare yok. Belki “Neden biz uğraşıyoruz. Rakiplerimiz olan komşularının başına bela olsun, onlar uğraşsınlar” demiş olabilirler. O komşuları istikrarsızlaştırmak veya başlarına bela etmek için özellikle ayrıntılı bir strateji oluşturduklarını düşünmüyorum. Daha doğrusu, artık böyle bir strateji oluşturup uygulayabilecek kapasitesi olduğunu sanmıyorum. ABD emperyalizmi üzerine yazan-çizen ve konuşanların gözden kaçırdıklarını düşündüğüm nokta, hegemonya zayıflarken -hatta çözülürken- ABD emperyalizmini yeniden üreten o emperyalist devlet aklının da epeyce niteliksizleştiği ve gücünden çok şey kaybettiği. ABD emperyalizminin sonsuz kötülük potansiyeli olduğunu tabii ki biliyoruz; ama yapabilirlik başka bir şey. ABD, içten de çürüyor. Belki umut diye gelen Biden’ın veya ardılının elinde patlamaz; ama bu gidişin fazla uzun süreceğini sanmıyorum… ABD’nin bir türlü doğru anlayamadığı ve baş edemediği Çin de bu süreci kolaylaştırmak için elinden geleni yapıyor.

ABD’nin Afganistan’a bir daha hangi nedenle olursa olsun dönebileceğini sanmıyorum. Ülkenin kim(ler) tarafından ve nasıl yönetileceği artık ABD’nin umurunda bile değil. Ayrıca, şimdi bütün Afganistan halkı ABD’ye düşman oldu, sadece Taliban değil.

ABD yanaşması taşeronlar

Amerikan yönetiminin bir nedenle Afganistan’la (veya Taliban’la) bir işi olursa, bunun için “Sahip! Senin işine yaramak istiyorum. Ne olur bana, senin gözüne girebileceğim bir görev bahşet, ne olursa olsun. Senin için hiç kimse benim kadar faydalı olamaz. Bana bir şans-görev lütfet. Ülfet etsek seninle ağyara ne” diye yaltaklanıp duran taşeronları kullanır; ama kendisi doğrudan işin içinde ol(a)maz. Sahibi için “Hulusi” niyet taşıyan böyle yanaşma ruhlu taşeronlar her emperyaliste nasip olmaz. Ben, geçmişte ABD’nin işine yaramak için yaltaklanan bir kişi biliyorum: Amerikan Başkanı Ronald Reagan’ın “Bu ahmak benden bile Amerikancı” diye alay ettiği (ve gözünü kırpmadan harcadığı) Filipinler devrik diktatörü Ferdinand Marcos.

Taliban’ın bildiği, dünyanın anlayamadığı…

Taliban yöneticileri adeta dünya medyasın starları haline geldiler. Her biri bir büyük TV kuruluşunun ekranından dünyaya ılımlı mesajlar veriyorlar (içeride ise bildiklerini okuyorlar). TV’lerde, basında gördüğümüz o ılımlı-aklıselim mesajlar vermeye çalışan yöneticiler Taliban’ın sadece bir kanadını (ve kendilerine çok yakın olanları) temsil ediyorlar ve söyledikleri de sadece o kanadı bağlayacaktır. Bu ılımlı mesajlar dünyadan kabul görme isteğine bağlanıyor. Buralarda Taliban’ı böyle mesajlar vermeye mecbur eden bir diğer olasılıktan söz ediliyor. Eli kulağında sayılabilecek bir “Gerçek İslam bu değil” kavgasında dünyayı hesaplaştığı rakiplerine karşı kendi yanında görme arzusundan…

Ben Taliban’ın siyasi ömrünün uzun olmayacağını düşünenlerdenim. Burada benim gibi düşünenlerin sayısı az değil. Gerekçelerimi uzun uzun yazmak yerine aşağıda birkaç maddeyle özetleyeceğim:

1. Kurulan derme çatma devlet yapısı ülkeyi idare etmeyi beceremeyecek.

2. Siyasi birlik sağlayan bir hükümet kurulamayacak.

3. Uygar dünya tarafından tanınmamak ülkeyi ekonomik olarak bitirecek.

4. Muhalefet güçlenecek ve uygar dünyadan uluslararası destek bulacak.

5. Uygar dünyanın dışlayıcı tavrı nedeniyle Çin (ve Rusya), Taliban’la ilişkilerinde dikkatli ve mesafeli olacak.

6. Taliban’ın ılımlı görünme çabaları ve olası zikzakları bir iç hesaplaşma, “Gerçek İslam bu değil kavgası” başlatabilir.

Pakistan yönetiminin Taliban yöneticilerine kendi rejimleri gibi bir (Ilımlı!) İslami yönetim suflesi verip durduğuna dair bilgiler alıyoruz. Böyle bir İslami rejimin Taliban’ın yarısından fazlası için kabul edilemez, İslam dışı bir yönetim olarak görülme olasılığı çok yüksek. Taliban’ın “yeteri kadar İslami olmayan böyle bir şeriat rejimine” tav olması durumunda örgüt içinde (ve birlikte savaştıkları yabancı örgütlerle) bir “Gerçek İslam bu değil” hesaplaşmasının başlaması kaçınılmaz görünüyor (ekonomik tükeniş de bunu hızlandıracaktır). Bugün o ılımlı mesajları veren örgüt işte bu gerçeği görüyor ve olası bir iç hesaplaşmada dünyanın kendi yanlarında durmasını sağlamak için yatırım yapıyor.

Çin açısından durum

Çin'in bugüne kadar izlediği uluslararası ilişkiler-dış politika felsefesini önceki yazılarımda “ekonomik ilişkiler aracılığıyla ülkeler arasında ilişkileri ilerletmek ve kalıcı hale getirmek (ve stratejik ilişkilere evrilmesini sağlamak)” olarak özetledim. Bu politika görece de olsa istikrar ve yeterli güvenlik sağlayabilen bir devlet yapısının olduğu koşullarda iş görüyordu. Fakat Çin, bu defa bu politikanın yetersiz kaldığı belki de tıkandığı bir durumla karşı karşıya. Bu kez siyasi olarak bir şekilde müdahil olmadığı takdirde ekonomik ilişkiler de kuramayacağı bir sorunla karşı karşıya. Önünde başlıca dört ciddi gerçek-sorun duruyor:

• Ortada bir devlet yapısı yok ve olacağı da kuşkulu.

• Kurulacak hükümetin yönetebilme becerisine sahip olup olamayacağı, istikrar ve güvenlik sağlayıp sağlayamayacağı belirsiz.

• Dünyanın uyguladığı siyasi ve ekonomik ambargoyu delmek Çin’e de bedel ödetebilir.

• Kabil’den dünyaya yayılan o yaralayıcı görüntüler ve kadınların feryadı Çin kamuoyunu ÇKP’nin (olası) Afganistan politikasının aleyhine çevirdi. Yaşanan can pazarını izleyen ve kadınların konuşmalarını dinleyen Çinliler sosyal medyada Çin yönetimini adeta topa tuttular. Çin sosyal medyası “Biz bu barbarlarla mı işbirliği yapıyoruz/yapacağız. Ülkemin bunlarla ilişki kurmasını istemiyorum. Ülkemin bir kuruşunun bile bu barbarlara gitmesini istemiyorum” diyen mesajlarla yıkılıyor.

Çin’in (ve Rusya’nın) korkusu oluşacak bir istikrarsızlığın büyüyüp bir iç savaşa dönüşme ve Pakistan’ı da önüne katarak bütün bir bölgeyi istikrarsızlığa sürükleme olasılığı. Çin’in Taliban’a hayırhah bir gözle bakmasının tek nedeni bu endişe. Taliban’a dünyanın gözü önünde açıktan verdiği mesaj “Bütün ülkeyi temsil eden siyasi birliği sağlayın, istikrar ve güvenliği tesis edin. Ekonomiyi dert etmeyin, Çin yanınızda” olarak okunabilir.

Yeri gelmişken belirteyim: Çin’in Şincan-Uygur bölgesi hakkındaki endişeleri fazla büyütülüyor hatta temel gerekçe olarak gösteriliyor. Bölge hakkında az-çok bilgisi olan biri olarak Çin'in bu kadar abartılı bir endişe taşımadığını söyleyebilirim; sadece her zaman olduğu gibi, sorunun gözden kaçmasına fırsat vermeyecek kadar dikkatli. Çin'e atfedilen bu abartılı endişe değerlendirmelerinin aslında bölgeye dışarıdan bakanların (özellikle Çin karşıtlarının) "Çin'i zayıflatacak bir sorun bulma/çıkarma" umudu olduğunu söyleyebilirim. Çin-Afganistan sınırı Uygur bölgesinde yer alan Vahan (Wakhan) koridoru boyunca (90km kadar) uzanır. Burası Çin’in çok rahatlıkla kontrol edebileceği bir bölge. Yani buradan radikal İslamcı Uygurların sızması mümkün değil. Şincan içinde ise artık ne radikal köktendinci terörü örgütleyecek ne de hortlatacak kişi ve yapılar kaldı. Ya hapisteler ya da ülkeden kaçtılar. Çin, aslında Kuşak ve Yol projesinin zarar görmesinden endişe duyuyor. Oluşacak bir istikrarsızlık projeye bütün bir orta-iç Asya’da büyük zarar verir.

Afganistan için Taliban yönetimiyle sadece Çin, Pakistan ve Rusya üçlüsü anlamlı bir şeyler yapabilir. Bunlar dışında, kimin aracılığıyla ve kimin adına olursa olsun elini uzatmaya çalışan herkesin eli yanacaktır. Zira ülke birilerinin nüfuz sağlama ihtiraslarını kaldırabilecek durumda değil.

Ortam bu kadar belirsizken ve Afganistan içinde atmosfer fazlasıyla bulanıkken “Çin bölgede ne amaçlıyor, Çin-Rusya nasıl bir strateji izleyecek, Çin-ABD ilişkilerine nasıl etkisi olacak, ABD-Çin ilişkilerinde nasıl sorunlar çıkarabilir vs” üzerine konuşmak ya (boşuna) zihinsel antrenman ya kâhinlik ya da boş konuşmak olacaktır. Sanırım şu anda kimse ne yapacağını, hangi adımları atacağını tam olarak kestiremiyor, Taliban bile…