Hekate ilginç biçimde, mitoslara, efsanelere olduğu kadar, şiire, sanat yapıtlarına da yakışan bir figür. Doğayı, insanı, olayları ‘açıklarken’ gizemli kılan, gizleyerek de ‘açıklayan’ mitoslar gibi, şiirler, ezgiler, renkler, fırça darbeleri gibi…

Hekate ve Lagina: Gölgeye düşen ışıklar

Aydın Afacan

Yunan mitologyasında neredeyse her bir tanrı ve tanrıçanın, hatta birçok mitsel kahramanın adı birbirinden farklı sayısız efsanede geçer. Mitoslar arasındaki geçişler o kadar çoktur ki olay veya öyküler birbirine karıştırılabilir bazen. Sözgelimi ‘Perseus ve Medusa’ efsanesi, ‘geriye’ doğru, Zeus, Danae, Akrisios (dede ve ‘kötü karar’), Athena, Seriphos (ada), Diktys, Polydektes, Gorgonlar, Hermes gibi adların öne geçtiği bir dizi efsaneyle ilişkilidir. ‘Sonrası’ ise Gorgon Medusa’nın ‘kesik baş’ının kanından doğan ‘Kanatlı At Pegasos ile Dev Khrysaor’, ‘Perseus ile Andromeda’, ‘Akrisios’un Ölümü’, ‘Pegasos ve Bellerophontes’, ‘Athena Kalkanı’ gibi efsanelere doğru yol alır. Evet, birçok mitosta görülür bu. Öyle ki, Antik Ege üzerine yoğun emek sarf etmiş bilginlerden George Thomson’ın vurguladığı gibi bu mitoslar “nasılsa bağlandıkları özel kutsallığa pek bakmaksızın birbirine yaklaşan, birbiriyle buluşan sonsuz bir dizi oluşturur.” Tanrıça Hekate ise bu açıdan en gizemli mitsel figürlerden. Olymposlular arasında anılmadığı gibi birçok kaynakta adı bile geçmez.


Hekate’nin ‘gölge’leri…

Kendisine hatırı sayılır bir yer ayrılan Hesiodos’un Thegonia’sında bile ‘gizemli’ yönleriyle dikkat çeker Hekate. Ölüm ve yaşam, kıtlık ve bereket bir arada ve gizemli nitelikler taşır. Açıkça ‘tasvir’ edilmiş değildir. Bir tür ‘ana tanrıça’ olarak görülse de gizemini koruyan bir figür. Lagina’daki görkemli tapım (kült) merkezine karşılık Yunan mitografisinde belli belirsiz bir konuma sahiptir. Roma’da, gece, karanlık ve ay tanrıçası olarak Selene imgesiyle buluşan tarafları da var. Homeros’ta sözü edilmez ama Vergilius’un Aeneis’inde özellikle Dido ile ilgili bölümlerde ‘büyü’ ile ilişkileri göze çarpar. Bazı hayvan figürlerine bitiştirilmesi, onu Ege’nin daha eski kült biçimleriyle bağlantılı kılmıştır. Bu özelliğiyle Efes Artemis’ine benzetilir. Efes Artemis’i, Olympos’takine karşılık bereket simgesi bir ‘ana tanrıça’ olarak tasavvur edilir; çok memeli (polymastos) ve arılarla bağlantılıdır. Hekate’nin söz konusu özellikleri günümüz dünyasında bazı inançlar bağlamında ve giderek çoğalan ‘kitsch’ meraklıları arasında da ilgi görmektedir.

Lagina’nın ‘gizem’i…

Lagina, yüzyıllardır taşıdığı mirasla ve en yakınındaki Turgut mahallesiyle birlikte insanda belli belirsiz ama tuhaf biçimde huzur dolu bir hüzün uyandırıyor. Bölgenin arkeolojisiyle ilk ilgilenenlerden biri ünlü ressam Osman Hamdi Bey’dir. Turgut merkezinde şimdi kendi adıyla müze haline getirilmiş bir evde kalmış o zamanlarda. Yaklaşık on kilometre uzaklıktaki Stratonikeia antik kentiyle bağlantılı kutsal alan, zamanın kalıntılarına güleç bir sabırla, rikkatle eğilen arkeologlar tarafından yavaş yavaş ‘ayakları üzerinde’ doğrultulmaya çalışılıyor. Gerçekten de ‘iğneyle kuyu kazarcasına’ bir sabır ve çabayla… Oradan taşınacak ‘Anahtar’, belki de insanları tarihe, geçmişin izlerine, doğaya, insan olma serüvenine daha bir duyarlı kılacak kapılar açar, kim bilir?

Hekate, orada gizemlerine dair küçücük parçalardan devasa sütunlara, görkemli Korinth düzeninden zamanımıza kalmış yıkıntılara dair dikkatimizi yokluyor; zeytinlerle, incirlerle birlikte. Oradaki görkemli zeytin ağacının hatıralarla dolu belleğinden zamana düşecek birçok ‘iz’ vardır. Ve belki de heybetli bir incir ağacının altında size ballı incirler sunan bir orman perisi karşılayacaktır, kim bilir?

Evet, Hekate ilginç biçimde, mitoslara, efsanelere olduğu kadar, şiire, sanat yapıtlarına da yakışan bir figür. Doğayı, insanı, olayları ‘açıklarken’ gizemli kılan, gizleyerek de ‘açıklayan’ mitoslar gibi, şiirler, ezgiler, renkler, fırça darbeleri gibi…

***

Şiir ‘Paragrafı’

Bu ‘paragraf’ın konuğu Hüseyin Peker’in ‘Tuz Kabı’ şiiri… ‘Melih Cevdet’e ithaf edilen şiir, çocukla şair arasındaki dil ve ‘hayal’ yakınlığını da sezdirerek çok geriye çekilmiş ‘çocukluk korkuları’nı dışa vuruyor. İçinden binlerce yılın ve ‘geçmiş saatlerin’ izlerinin geçtiği şiir, okuru hem kendi ‘tarihine’/çocukluğuna hem de arketipsel çağrışımlarla ‘ilkel korkular’ına götürüyor. Hem korkuyor hem de kurcalamak istiyor ‘külün altını’, çocuk gibi; şaire özgü bir çocukluk elbette. ‘Tuz Kabı’ yalnızca bu özellikleriyle değil kavram kullanımıyla da Melih Cevdet’e selam yolluyor:

Bu akşam ne çok şimşek çaktı çile odasında
Bir daha uyumaz sandım çırpınan bulutlar
Kuş kuyruğu gibi titredi dünya
Renkli ışıklar gördüm, geçmiş saatlerin izleri
Koşmuştum binlerce yıl
Korumuştum külde sakladığım günleri

Ne çok şimşek çaktı, aylar havan toplarında
Yıllar yanıp sönen onca ışık arasında
Yaşamıştım gizli öpüşler, tek telli savaşlar
Su yakalayan bir kuytuda
Gizlenmiştim pazu kuvvetiyle bıçak oyunlarından
Yorgundur şimdi benden kalan tuz kabı
Açıyorum camdan yapılan uykuları
Bir gün daha istiyorum sizden
Yaşansın şimşek seslerinden gök olayları