Kılıçdaroğlu gündelik hayatımıza da girmiş İslami bir kavram olan “helalleşme”yi siyasal söyleme ve gündemin tepesine taşıdı.

Helalleşmeyi özgün dini anlamıyla önemli kılan; her şeyi affeden Allah’ın bir tek “kul hakkını” affetmediği, o yüzden birbirine karşı yanlış yapan, suç isteyenlerin tanrı katına çıkmadan mutlaka kendi aralarında sorunlarını halletmeleri gerektiği inancıdır. Bu çerçevede bile, “helalleşme” öncesinde bir “hesaplaşma” vardır. İntikam anlamında değil, ama yapılan yanlışın/suçun açıkça tanımlanması ve verilen zararın bir şekilde tazmininden zarar görenin de razı olması şeklinde bir hesaplaşma.

Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışı, içerikteki muğlaklığa ve soru işaretlerine karşın, Saray’ın büyük bütçeli ve geniş kadrolu iletişim faaliyetlerinden daha işe yarar (!) bir siyasal iletişim kampanyası başlangıcı gibi göründü bana.

Bir biçimiyle popülizmin; kitlelerin duygularına seslenerek, “resmi olmayan renkli bir performans”la liderle seçmen arasında bağ kurmak olduğunu kabul edersek, bu kampanya seçime giden bir adaya oy sağlayabilir!

Nereden bakarsanız bakın, farklı kavramlaştırmalarla da olsa, insanların olağanüstü bir çoğunluğunun toplumsal barış, adalet ve özgürlük talep ettiği bir toplumda, ülkeyi huzura kavuşturma, barıştırma, yaraları sarma söyleminin alıcısı olur.

Peki, oy sağlasa bile, ülkenin makus talihini değiştirme, gerçek anlamda demokratikleşme, barışma ve yaraları bir daha açılmayacak şekilde sarma konusunda işe yarar mı?

Bu sorunun yanıtı, bir dizi başka sorunun sorulmasını gerektiriyor!

Kılıçdaroğlu helalleşme yolculuğuna sadece CHP Genel Başkanı olarak mı çıkıyor yoksa kendi kafasında “gidenin yerine gelmekte olan”ın cumhurbaşkanı olacağı netleşti de yolculuğuna gelmiş geçmiş bütün iktidarlar ve “devlet adına” mı çıkıyor?

CHP adına çıkıyorsa; “Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır”, derken neleri kast ettiğini çok net sıralamalı ki muhatapları nezdinde bir karşılığı olsun. CHP’nin çok partili döneme geçildiğinden beri pek iktidar olmadığı düşünülürse, helalleşmeyi “camilerin ahır yapıldığı” iddialarının dillere dolandığı tek parti döneminden başlatıp muhafazakârlarla mı yapacak? Bu, AKP söylemine bir meşruiyet kazandırmaz mı?

Kast ettiği CHP’de eleştirilen tepedenci tavırların yol açtığı yaralarsa, bunun özeleştirisi teorik ve pratik olarak 1970’lerde Ecevit tarafından yapıldı ve ona “Halkçı” sıfatını kazandırmadı mı?

Yıllarca edilgenlik ve öne çıkmamakla eleştirilen Kılıçdaroğlu, son dönemde çokça “ben” diyor ve yalnızca Erdoğan karşısında aday olacağı izlenimi vermekle kalmayıp adeta kazanmış gibi iktidarlarında neler yapacağını da söylüyor.

Bu nedenle, helalleşme yolculuğuna yalnızca CHP Genel Başkanı olarak değil “devlet adına” çıkıyor izlenimi de veriyor.

Epeyce uzun olan o yolda fazla geriye gitmeden birkaç örnek sayalım… 68’de 6. Filo’yu protesto ederken şimdi iktidarda olan kimilerinin de dahliyle saldırılan, 1972’de idam edilen ve katledilen, 80’lerde işkencelerde öldürülen ve yaşı büyütülerek asılan gençlerden helallik istenecek mi?

Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta katledilenlerden ve bombalarla patlatılan aydınlardan helallik istenecek mi?

12 yaşındaki bedeninden 13 kurşun çıkan Uğur Kaymaz’dan, tabanı delik ayakkabısıyla kaldırımda yatan Hrant’tan helallik istenecek mi?

Kılıçdaroğlu çıktığı yolculukta nerelerde durup helallik isteyecek henüz bilmiyorum; ancak birkaçını saydığım durakların tümünde durulmadan yaraları sarılmış, toplumsal barışı kurulmuş, demokratik bir ülke olamayacağımızı biliyorum.