Helalleşmeden kardeşleşmeye
İktidarın elinde kullanabileceği başka bir araç kalmamış olması nedeniyle iyice sarıldığı bu dil, toplumsal bir aradalığımızı da iyice sakatlıyor. Bu dili kullanarak hem kendi tabanına düşmanı işaret etmekte, hem de iktidarı teslim almak için yan yana duran muhalefeti kimlikleri üzerinden ayrıştırarak dağıtmak istiyor.
Tayfun KAHRAMAN, Dr. Öğr. Üyesi
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).
Helalleşme dün ile yüzleşme, kardeşleşme yarını ortaklaştırmaktır. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun hayata geçirdiği gibi helalleşme, failin kim olduğundan bağımsız, dün yapılan hatalar ile ya da hak gaspları ile yüzleşmek, kabul etmek ve emanet edilen hakları tespit etmektir. Helalleşerek yarına bakıldığında, emanet edilen hakların her şekilde korunacağına ve kollanacağına dair verilen söz kardeş olmakla, kardeşleşmeyle garanti altına alınır. Bugünden yarına bir umut yeşerteceksek eğer, bu bir arada hakkın hakka geçmediği eşitliği gözeten bir toplumsal sözleşme olarak kardeşleşme ile mümkün olacaktır.
Kemal Kılıçdaroğlu helalleşme samimiyeti ile büyük oranda temsil ettiği siyasi akımın dışında kalan siyasal ve kültürel kesimlere, kim tarafından olursa olsun, yapılan haksızlıkların üzerine giderek yüzleşmekte ve mağdurun hakkını teslim etmektedir. Aslında, anayasal olarak teslim edilmiş ama gözetilmeyen hakları sahiplerine iade etmektedir. Fakat, bugünden geleceğe yeni bir toplumsal sözleşme ile uyumu inşa edecek ve haklarımızı birbirimize emanet edeceksek, bunu ancak bir aradalığımızı ve karşılıklı hak temelli hukukumuzu vurgulayacak biçimde kardeşleşme ile başarabiliriz. Böylesi bir uyum, toplumu oluşturan ve farklı hassasiyetleri olan topluluklar olarak kendi özgün değerlerimizi korumak; ancak haklarımızı, özgürlüklerimizi birbirimize “kardeşçe” emanet edersek mümkün olacaktır.
Mevcut iktidar ise kendi varlığını korumak için toplumu kimlikleri üzerinden ayrıştırarak, kardeşleri birbirine düşman etmektedir. Memleketimiz iktidar tarafından kutuplaştırılarak taraflar arasında bir çatışma ortamı kurulmakta ve iktidar tüm ümidini bu çatışmaya dayandırmaktadır. Yarattığı bu çatışma ortamında oluşturduğu meşruiyet ile özgürlükleri kısıtlamakta, demokrasiyi kendi tercihlerine indirgemekte ve ekonomik krizle acı çeken ülkede eşitsizlikleri tırmandırmaktadır. Yanı sıra hukuku kendi istikbali için bir araç haline getirerek, gerçek suçluları kollarken bizler gibi bir arada yaşamı, kentini ve demokrasiyi savunan birçok insanı hukuksuz biçimde cezaevlerinde tutmaktadır. Böylece, kimlikler üzerinden kutuplaştırma siyasetini daha da derinleştirmektedir.
BAŞKA ARACI YOK
İktidarın elinde kullanabileceği başka bir araç kalmamış olması nedeniyle iyice sarıldığı bu dil, toplumsal bir aradalığımızı ise iyice sakatlamaktadır. Bu dili kullanarak hem kendi tabanına düşmanı işaret etmekte, hem de iktidarı teslim almak için yan yana duran muhalefeti kimlikleri üzerinden ayrıştırarak dağıtmak istemektedir. Yaptıklarını meşrulaştırmak içinse taraftarlarını kast ederek, halk böyle istiyor demekte; karşı tarafı tepkiye zorlayarak, hassasiyetlerini test ederek aksi bir hamleye kalkışmalarını beklemektedir. Bugünlerde konser yasakları, LGBTİ+ karşıtlığı, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması gibi işlerle bu dili zorlarken, kendi taraftarlarına karşıt olduklarını göstererek bu kimliklerin görmezden gelineceğini söylemektedir. Diğer taraftan da kendi tarafını sıklaştırdığı Kürt sorunu, laiklik, dış politika gibi başlıklarla ortamı kızıştırarak; muhalefet içinde çatışmalar olduğunu anlatmaya, karşı tarafı zayıf göstermeye çalışmaktadır. Çoğu zaman, bu çatışmalı başlıklar üzerinden karşı tarafı hain olarak tanımlayıp düşmanlaştırırken, kendisinin halkın istediğini yaptığını anlatarak siyasal birliğini bu çatışma üzerine inşa etmektedir. Böylece, memleket gündemini hepimizin canını ve bütçesini yakan ekonomi gibi başlıklardan, geniş propaganda araçlarını da kullanarak bu kutuplaştırıcı, çatışmayı arttıracak başlıklara çekmektedir.
İktidarın istikbal garantisi olarak gördüğü bu kutuplaşmaya karşı, geleceğimiz ve bu çatışmanın sona ermesi için toplumsal bir uzlaşı ortamı yaratılması şart. 2013 yılında yurttaşlar Gezi Parkı’nda aynı sözü söylemiş ve iktidarın o günde kullandığı kutuplaştırıcı nobran diline karşı kardeşleşmeyi talep etmişlerdi. Bugün, kutuplaştırıcı dili ve dayatmaları kullanarak ekonomik sorunları ve krizi unutturmaya, örtbas etmeye çalışan AKP iktidarına karşı yurttaşlar; 2013 yılında demokrasiyi, özgürlük, adalet ve kardeşleşme inatlarını hatırlattılar. İktidarın yine sıkıştığı noktada kullandığı tüm saldırılara ve kutuplaştırmaya karşı, o gün hatırlatılan talepleri yeniden masaya getirme zamanıdır. Meriç Demir Kahraman’ın “Gezi Direnişi ve Kardeşleşme İnadı” başlıklı yazısında dediği gibi “Biz, yani birbirine benzemez milyonlarca insan Gezi’de bu marifeti gösterdik. Biz biriz, eşitiz yan yanayız dedik.” Bugün tam 9 yıl sonra kardeşleşmeyi yükselen bir ses ile yeniden talep etmeli, bir siyasi parti ya da grup ile sınırlandırmadan bu sese güç vermeliyiz.
HATALAR GÖRÜLMELİ
Bugünden farklılıklarımızı ve özgürlüklerimizi zenginliğimiz yapmak üzere dün hakkına girdiklerimiz ile toplum olarak helalleşmeli, yarın haklarımızı birbirimize emanet ederek özgürlüklerimizi kardeş olarak müjdelemeliyiz. Helalleşerek geçmişteki hataları kabul ederek onarmalı, kardeşleşerek geleceğe dair umudu birlikte örmeliyiz. Bu çabanın kayıt altına alınması bir toplumsal sözleşme gerektirecektir. Kuvvetli bir iktidar değişikliği ihtimali karşısında, parlamenter sisteme dönüşle yetinmeyerek daha cesur bir adım atarak; toplumsal sözleşmemizi yeni bir anayasa ile yürürlüğe koymak, geleceğimizi de garanti altına alacaktır. Böylece eğitim hakkı, sağlığa erişim, ibadet özgürlüğü, barınma hakkı, ortak varlıkların kullanımı, bir arada yaşam, bireysel hak ve özgürlükler üzerine müzakere ederek ortaya koyacağımız sözleşme ile haklarımızı birbirimize emanet etmiş olacağız.
Muhalefetin sahip olduğu tüm farklılıkları ile birlikte yeni bir sistem tartışması yanında, toplumla yeni bir toplumsal sözleşme yapmayı gündemine alması; tüm toplum kesimleri ile sağlam, ayakları yere basan bir karşılıklı güven ilişkisi kurmasını sağlayacaktır. Çünkü, bu süreçte seçmen kimliği ile toplum, harekete geçmek için iktidar adaylarından iki şey beklemektedir; güven ve umut. Muhalefet gelecekleri çalınan, ekonomik çıkmaza saplanan ve yeni bir siyaset dili arayan yurttaşlarla umudu yaşatmalı ve onlara bu umuda güvenmelerini sağlayacak ortaklıkların kurulacağı zemini göstermelidir. Şu an toplumun tüm kesimlerinde en çok güven yaratan, onlara tasvir edeceğiniz umutlu bir gelecek resmi olacaktır. Bu umudu kardeş olarak hep birlikte yeşerteceğimizi, beraberce kuracağımızı göstermeliyiz. Birbirimize bir liderin çizdiği gelecek vizyonundansa, kolektif akıl ve farklılıklarla zenginleşen, müzakere edilen bir gelecek inşasını vaat etmeliyiz. Bu vaadi hayata geçiren, görünür kılan ise toplumsal sözleşmemiz olacaktır.
Demokratikleşme, özgürlük, eşitlik, adalet ve kardeşliğe dayanan birlikte inşa edip, birbirimize emanet edeceğimiz bir toplumsal sözleşme; her kesimin hukukunu, bireysel hakları, özgürlükleri koruyacak, toplumsal güven ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir sistemi hayata geçirecektir. Kutuplaştırma arzusuna karşı kardeşleşme ile karşılıklı saygı dili, siyasetin merkezine oturacaktır. Böyle bir çıkış, farklılıkları barındıran muhalefet kesimlerinin iktidar kaynaklı saldırılara karşı, kendi siyasi yaklaşımlarını tüm topluma iletebilecekleri alanları yaratmak için fırsatları da ortaya çıkaracaktır. Toplumun belli kesimlerine ulaşmakta zorluk çeken muhalefetin ne kadar uzaksak bir o kadar yakın olduğumuzu hissettirerek vereceği güven ve toplumsal sözleşme ile yaratacağı umut, iletişim konusundaki tüm engelleri de yıkacaktır.
Helalleşmeden kardeşleşmeye giden yol, müzakere ederek ortaklaşacağımız toplumsal sözleşme vasıtasıyla demokratik, eşitlikçi, özgür ve adil bir memleket umudumuzu yeşertecek istikametin belirleyicisidir. Özetle helalleşmede A. Hakan Altınay’ın dediği gibi; “Her bizin bir sizi oluyorsa, kardeşleşmenin hedefi biz değil hepimizdir.”