Helsinki Zirvesi’nin 21’inci yılında Türkiye-AB ilişkileri

Dr. Sibel Özdemir - CHP İstanbul Milletvekili

Türkiye, 10-11 Aralık 1999 Helsinki Avrupa Birliği (AB) Zirvesi’nde oybirliğiyle aday ülke olarak kabul edildi. Adaylık statüsünün elde edilmesine ilişkin dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, “Türkiye’nin oy birliği ile AB’ye aday ülke olarak kabul ve ilan edilmiş, başka aday ülkelerle eşit konumda olacağının açık ve kesin bir dille ifade edilmiş olması olumlu bir gelişmedir. Böylelikle Türkiye’ye, AB’de tam üyelik kapısı ön koşulsuz olarak da açılmış olmaktadır” diyerek, süreçten umutlu olduğunu kaydetti.

2002’de iktidara gelen ve katılım müzakerelerini on sekiz yıldır tek başına yürüten Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının ilk döneminde 3 Ekim 2005’de katılım müzakerelerine başlanmış olsa da bugün gelinen aşamada güçlü bir AB’ye katılım ve üyelik perspektifinden söz etmek mümkün değildir. Çok olumlu bir aşamada yönetimi devralan AKP, muhalefet partilerinin de güçlü desteğine rağmen süreci heba etti. Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönüm noktası olan 1999 Helsinki Zirvesi’nin 21. yıldönümüne denk gelen 10-11 Aralık 2020’de gerçekleşen AB Liderler Zirvesi’nin, Türkiye’ye yönelik yaptırım gündemiyle toplanmış olması ilişkilerde gelinen başarısızlıkların bir neticesidir.

On sekiz yıl gibi uzun süreçte, AB’nin tutarsızlıklarına ve içsel krizlerine rağmen tam üyeliğe dönük gerçekçi bir politikayla kazanım elde edilemedi. Üyelik sürecini kısır ve sığ bakış açısından çıkarıp, karşılıklı taahhüt ve sorumlulukların tamamlanacağı nihai bir noktaya taşıyamadı. Blokajlar kaldırılamadı. Yargı, temel hak ve özgürlükler gibi konuları kapsayan 23 ve 24 Nolu fasıllar da dâhil yeni müzakere başlığının açılması sağlanamadı. AİHM kararları uygulanmıyor.

Üyeliğin temel kriterleri olan demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükleri içeren Kopenhag siyasi kriterlerinden uzaklaşıldı. 2020 AB Türkiye Raporunda, 26 alanda geriye gidildiği kaydedildi. Kurumsuzlaşıldığı, güçler ayrılığı ve denge-denetleme mekanizmalarından uzaklaşıldığı vurgulandı. Uzaklaşmanın temel nedeni olarak Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ve uygulamaları olduğu belirtildi. Tam üyelik statüsü yerine, “Türkiye ile iş birliğine dayanan ve karşılıklı olarak fayda getiren bir ilişki” modeli yazılı olarak kayda geçti.

Bu iktidar döneminde müzakereye açılan, uyumlaştırma yapılan 16 başlıkta dâhi AB hukuksal mevzuatından uzaklaşıldı. Özellikle yeni sistemde yapılan yasal değişikliklerde, bağımsız ve özerk kurumlarla ilgili düzenlemelerde tüm kararlar siyasi temsili olan Cumhurbaşkanına bırakıldı. Denge denetlemeden emir komutaya dönen bu sistemde güç ve karar tek kişide toplandı. AB tarafından bağımsızlığı ve özerkliğinin güvencede olması istenen Merkez Bankası’nın başkanları, Cumhurbaşkanının keyfî kararıyla değiştirildi. En son partili bir kişi başkan atandı.

Bütün bunların sonucunda, uluslararası alanda itibar, güven kaybı yaşandı. Ekonomik alanda ciddi maliyet ve kırılganlıklar meydana geldi. Uluslararası ilişkilerdeki kazan-kazan ilkesi kavga-kavga ile iç politikada araçsallaştırıldı. Üyeliğin bel kemiği katılım müzakereleri dönemsel ve kısa vadeli pazarlık konusuna indirgendi. Sorun alanlarının çözümüne yönelik haklı tezler AB nezdinde savunulamadı. İki adım ileri atıldığı söylendi ancak üç adım geriye gidildi. Çözülemeyen Kıbrıs sorunu, mülteci sorunu, vize muafiyeti, Gümrük Birliğinin ardından Doğu Akdeniz sorunu ilişkilerde tıkanıklığa neden oldu.

10-11 Aralık Zirvesi’nde ilişkileri canlandırmak üzere siyasi iktidarın önüne üç aylık bir takvim sunuldu. Siyasi iktidar, başarısız süreç yönetimine, hatalarına devam mı edecek? Yoksa gerçekçi, güven veren, kurumsal, diplomatik bir süreci başlatacak mı? 2021 Yılı Bütçe görüşmelerinde AB Başkanlığı üzerine yaptığım konuşmanın ardından Dışişleri Bakanı, sunumunda eleştirilere cevap veremedi. “İkiyüzlü Avrupa” bakış açısından çıkamadı. Diplomatik, kurumsal araçları etkin kullanmaya dönük yol haritası sunamadı. İnisiyatifin, yetkinin kendini ve bakanlığının kurumsal yapısını aşan bir durum olduğunu gösterdi. Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da “dönemsel ve araçsal” olarak gören bu iktidarın başarılı olamayacağı geçen on sekiz yılda ortaya çıktı.

CHP iktidarında, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde deklare edildiği gibi, güçlü demokrasi, temel hak ve özgürlükler ile güçler ayrılığına, demokratik, laik, sosyal hukuka dayalı yönetim sisteminde Avrupa’ya, dünyaya katkı sağlayacak ve gelecek nesiller açısından AB’nin onurlu, itibarlı, güçlü ve stratejik bir üyesi olmayı biz başaracağız.