Artık koşup oynayacak bir arka bahçe bulamayan, sokağa dahi çıkamayan, parklarına plastik zemin kaplanan çocuklar bu dijital çağda ne yapacaklar? İşte burada edebiyat çok iyi bir ilaç olabiliyor. Ancak yine de çocukların doğanın bir parçası olduğu unutulmamalı

Hem tavşan dişli hem gözlemci

Hafize ÇINAR GÜNER

Herkesin her şey olmaya çalıştığı günümüzde çocuklardan da pek çok alanda yetenekli olmaları bekleniyor. Üstelik bu yetenek alanları da yetişkinler tarafından belirlenmiş ve kabul görmüş olmalı. Okul yeterli gelmezse hafta sonu birkaç kursa birden yollanmalı çocuklar. Hâlbuki onlara dayatılan tüm bu zorlama görevlerin altında nasıl da eziliyorlar.

‘Tavşan Dişli Bir Gözlemcinin Notları’ kitabının kahramanı da bu konuda dertli. Dersleri fena değil ama kendisini beceriksiz ve sakar olarak görüyor. Sayfa 22’de babasına; “Biliyorum yeteneksizim ve beceriksizim. Bundan herkes şikâyetçi. Ama bunun sürekli başıma kakılmasına gerek yok” diyor. Babası aslında gizli gizli oğlunun bu halinden hoşlansa da yine de ona bir beceri kazandırmak için elinden geleni yapıyor. Aslında kahramanımızın becerikli olduğu bir alan var; ‘gözlem yapmak’ ama bu da okulda pek para etmiyor.

Kitapta ayrıca kahramamız okuluna yeni gelen öğretmenle birlikte okul kavramı ve eğitim-öğretim anlayışını da sorgulatıyor. Daha kitabın başında; “Bana sorarsanız bu mevsimde dersler ormanda yapılmalı. Ya da en iyisi kumsalda” diyor kahramanımız. Bırakın ormanı, kumsalı en azından bahçede yapılacak günde bir saatlik derse bile razıyız. Ama okullarımıza bir bakın, çoğunun bahçesine beton dökülmüş ya da plastik kaplanmış. Büyükşehirlerdeki okulların çoğunun bahçesi ise otopark olarak hizmet veriyor. Çocuklar toprağa basmadan, doğadan uzak büyüyor.

EĞİTİM SİSTEMİNE ELEŞTİRİ

Behiç Ak gibi duyarlı ve üretken bir yazarın kaleminden günümüz eğitim sistemine dair eleştiriler, didaktik olmadan öykünün içinde alt metin olarak okurla buluşabiliyor. Çoklu zekâydı, yapılandırmacı yaklaşımdı, öğretmeden öğrenmeydi, oyun yoluyla öğretmeydi, oydu buydu… Hepsi geldi geçti, moda oldu ve sonra da rafa kaldırıldı. Modellere odaklanmaktan gerçeği göremedik. İşte kahramanımızın okuluna yeni gelen Hasan Öğretmen, gerçeği tekrar hatırlatıyor bize. Özgürce düşünmeyi öneriyor öğrencilerine. Bugüne kadar sadece soru soran öğretmelere alışık olan öğrencileriyse önce şaşırıyorlar. Test çözmekten başka yapacak bir işi olmayan öğrenciler Hasan Öğretmen’in yaratıcı yaklaşımı yüzünden çok düşünmek, hem sormak hem de yanıt vermek zorunda kalıyorlar.

Ayrıca Hasan Öğretmen, beceriler kadar beceriksizliklere de odaklanıyor. Kahramanımız ve sınıf arkadaşları biraz garip bulsalar da yine de seviyorlar bu yeni öğretmeni. Lakin Hasan Öğretmen’in verdiği bir ödevle kafaları iyice karışıyor. Çünkü ödevin konusunun ucu açık. İstedikleri araçları kullanarak öğrencilerin kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bu ödevde ne yapmak istedikleri konusunda herkes serbest bırakılıyor.

ŞİDDET VE ERKEKLİK

Kahramanımızın başı bu ödevle dertteyken bir de babasının onun için yaptıklarıyla uğraşıyor. Şöyle ki yazları eve dadanan sivrisinekleri bile öldürmemeye özen gösteren, yolda yaralı kedi görse veterinere götüren kahramanımızın aşırı vicdanlı babası, oğlu için bir av tüfeği ve onlarca fişek alıyor, ağabeyinin avcılığını da övüp duruyor. Dahası kahramanımızın Amcası da çıka gelip onu Avcılar Kulübü’ne götürüyor. Sayfa 38’de başlayan ve on sayfa süren Avcılık Kulübü bölümünü okurken insanın sinirleri bozuluyor. Ama yok, bozulsun tabii. Çocuk kitapları çocuklara hayatın her yönünü uygun görsel ve yazınsal bir dille sunmalı. Çocuklar üzülmesin diye hep olumlu olanı vermek çocukları kandırmak olacaktır. Ancak bunun dozu da iyi ayarlanmalıdır. Bu kitapta bu iş, ustalıkla yapılıyor.

Kahramanımızın ağzından dinlediğimiz öyküde kahramanla birlikte konuya eleştirel bir gözle bakabiliyor, avcılığın bir spor değil, bir vahşet olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Avcılık Kulübü’nde hiç kadın olmaması vurgusunun dışında sayfa 45’te yer alan “Erkeksin artık. Silahla tanışmanın zamanı geldi” ifadesi de erkekliğin güçle, şiddetle tanımlandığı coğrafyamızda oldukça önem taşıyor. Her gün duyduğumuz kadın cinayetlerinin nedenini kısmen de olsa açıklıyor. Savaş ve av arasında da sıkı bir ilişki kuran yazar, kahramanımızla amcasının ava çıktığı bölümlerde ve sonrasında savaşın tüm anlamsızlığını ve vahşetini gözler önüne seriyor. Sayfa 41’de Avcılar Kulübü’ndeki yemekte kahramanımız kendi kendine; “Bu savaş aletinden uzak durmalıyım” diye mırıldanıyor. Ancak yine de kendini bir av partisinde buluyor.

DOĞANIN PARÇASI OLMAK

Sisin bastırmasıyla yönlerini kaybeden amca yeğeni takip eden okuru hayvanların savaşı karşılıyor. Sayfa 103’te; “Savaş denen şey patlak vermeye görsün, kimin kiminle savaştığı unutuluyor, herkes birbiriyle savaşıp duruyor. Çıkış nedeni bile hatırlanmıyor. Hatta kimin çıkardığı bile” diyen tavşanımız pardon kahramanımız kendini bir savaşın ortasında hatta savaşın ön saflarında buluyor. Sürekli görev olarak verileni yapan, çağın hızını yakalamaya çalışan biz yetişkinler aklımızın ve en değerlisi de yüreğimizin sesini diğer dış seslerden dolayı duyamaz hale geliyoruz ve duyarsızlaşıyoruz Sonra da birbirimize bakıp bu toplum nasıl bu hale geldi diye sorma ihtiyacı duyuyoruz. İşte önce kendini amansız ve amaçsız bir savaşta sonra da uzayda bulan kahramanımızla birlikte hayal aleminde gezinirken aklın ve kalbin sesini duyuyoruz. Kitabın arka kapak yazısında da yazdığı gibi roman okuru doğayı yok etmek yerine gözlemeye ve tanımaya heveslendiriyor. Zaten doğayı tanıyan, bir ağaçla dost olan, karıncaları gözleyen birey sonra onu nasıl yok etmeyi düşünebilir ki!

Artık koşup oynayacak bir arka bahçe bulamayan, sokağa dahi çıkamayan, parklarına plastik zemin kaplanan çocuklar bu dijital çağda ne yapacaklar? İşte burada edebiyat çok iyi bir ilaç olabiliyor. Ancak yine de çocukların doğanın bir parçası olduğu unutulmamalı. Kahramanımız da doğanın bir parçası olduğunu kanıtlıyor. Çocuklar özgür bırakıldığında neleri başarabileceklerini bizlere gösteriyor. Pek çok söyleşisinde; “Çocukların da tıpkı büyükler gibi entelektüel seviyeleri var” diyen usta yazar bu son romanıyla da onlara yeni düş ve düşünme yolları açıyor. Bize de alıp okumak, okutmak kalıyor!