Geçen hafta Beşiktaş'ı sevme nedenlerimizden ve kulübün borcu ne kadar olursa olsun sevenleri oldukça, neden bir şirket gibi iflasa sürüklenip ortadan kaldırılmayacağından bahsetmiştim. Avrupa Şampiyonası yazılarına önümüzdeki hafta başlarız, Beşiktaş'la ilgili tartışmayı bu hafta tamamlayalım.

Kulübün içinde bulunduğu durum belli: Ortada para yok, uluslararası düzlemde itibar yok ve belli ki yakın dönemde bu krizi sıfır hasarla atlatmanın yolu yok. Yeni yönetim pek alışık olmadığımız bir biçimde seçildiği günden bu yana bu gerçeklerin farkındaymış gibi davranıyor. En azından bize yansıtılan bu... Saçmasapan bir başarı vaadi, lüzumsuz bir hamasetle, ne yalan söyleyeyim, bugüne kadar karşılaşmadık. Bu Beşiktaş'ta uzun süreden beri görmediğimiz bir davranış biçimi. Etrafımdaki hemen her Beşiktaşlı yoğurdu üflemeyi sürdürse de, yeni yönetim hakkında olumsuz konuşmamayı tercih ediyor. Sadece bu bile yönetimin "kısıtlı gelirle ev idare etmeye çalışan baba" tadında bir saygı gördüğünü gösteriyor.

Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi... Sistemin arıza verdiği nokta ise ne yazık ki teknik direktör seçimi, daha doğrusu bu seçimin yapılması sürecinde basına yansıyan dil... Bu yazıyı yazarken kimin teknik direktör olacağına ilişkin en küçük bir fikre bile sahip değilim. Sadece herkes gibi ben de gazetelerde çıkan bazı isimlere aşinayım. Zaten konumuz da bu değil. Derdim bahsi geçen isimler üzerinden bir bakış açısını tartışmaya çalışmak.

Sürecin başından bu yana ısrarla Samet Aybaba, Rıza Çalımbay isimleri zikrediliyor. Bu isimlerin anıldığı haberlerde sürekli olarak "yerli" ve "Beşiktaş'ın çocuğu" olmalarına vurgu yapılıyor. Bazı yöneticilerin bu minvaldeki açıklamalarına yer veriliyor.

Bu bakış açısının nasıl da sorunlu bir tavır olduğuna daha sonra geliriz ama öncelikle belirtmeli ki kulübe atalık tohum değil, teknik direktör bakıyoruz. O nedenle bu "yerlilik" meselesine bu kadar takılmanın bir anlamı yok. Bizim teknik adamlarımız "yabancıya" ne kadar çok şans verildiğinden dem vurmayı pek severler ama kendi "yerli" ilişkilerinin takım bulma konusunda nasıl yararlar sağladığından pek bahsetmezler. Teknik öngörü ve becerileri, benimsedikleri futbol disiplini hakkında konuştuklarını da görmüş değiliz.

Yerlilik talebi altında çaktırmadan yapılmaya çalışılan en iyimser ifadeyle yabancı düşmanlığı... "Portekiz'den bu adı sanı duyulmamış adamı niye getirdiniz" diyen insanın en azından bir kerecik olsun memleket sınırları dışında takım çalıştırmış olması gerekmez mi?

Neyse, uzun mevzu, dönelim Beşiktaş'a... Meselenin ikinci kısmı, yani "Beşiktaş'ın çocuğu" söylemi de bir o kadar tuhaf. Bir kere her şeyden önce kulübe profesyonel yönetici bakıyorsunuz, gönüllü çalışacak birisini değil. İkincisi bu insanların önemli bir kısmı kulüpten 15-20 yıl önce ayrılmış, farklı farklı mecralarda farklı görevler yapmış insanlar. Kulübe, hele de takıma çok da aşina oldukları söylenemez. Dil avantajının dışında herhangi bir ekstra avantaja sahip değiller. Üstelik yıllardır çalıştıkları  Anadolu kulüplerinin başarı algısının farklılığı, yıldız sistemine dahil yüksek egolu oyuncularla çalışma konusundaki deneyimsizlik gibi bir takım dezavantajları da var.

Kuşkusuz bu demek değil ki, yerli teknik direktörler kariyerlerinde yukarıya doğru bir hareketlilik gösteremeyecek. Tabii ki, tıpkı futbolcularda olduğu gibi teknik adamlarda da yukarıya doğru bir hareket olmalı. Fakat bunun en az iki önkoşulu var: Derli toplu bir futbol aklına sahip olmak (ve bunu sahada da ifade edebilmek) ve (asla sadece şampiyonluk olarak tanımlanmaması gereken) başarı.

Rıza ve Samet hocalarda, kusura bakmasınlar, bu ikisine de rastladığımız söylenemez. Aslında hep futbolcuları suçluyoruz ama yerli teknik adamların neredeyse tamamı kişisel gelişim dersinden sınıfta kalır. Tam da bu nedenle "yerli" ve "buranın çocuğu" olmak yeterli olmuyor.

Beşiktaş yöneticileri bu iki hocadan birini veya bir benzeri tercihi takımın başına getirmeleri durumunda bize bu tercihin nedenini anlatmak durumunda. Ve kuşkusuz açıklamaları yerlilik ve kulübün çocuğu olmak kavramlarının ötesine geçmek zorunda.

Madem kulübün içinde bulunduğu dar boğazı aşmak gibi bir niyet var, imza aşamasında, neden Samet Aybaba, X teknik adamın yönetiminde en az beş yıllık vadede futbol takımının nereden nereye evrilmesi planlanıyor veya Rıza hocanın hangi teknik özellikleri bu göreve getirilmesini sağladı gibi soruların yanıtlanması gerekiyor. O ismin kim olduğundan bağımsız olarak...

Diğer türlü bu yönetim de kendinden öncekiler gibi hamasi bir dil tutturup günü kurtarmaya çalışıyor olacak.

Dar boğazı aşmak için parası olmayan kulübün en azından bir vizyona ihtiyacı var. Samet Aybaba, Rıza Çalımbay veya benzeri tarzdaki teknik adamlarla öngörülen vizyon nedir, futbol diliyle, vatan millet sakarya edebiyatı yapmadan anlatsınlar, biz de bilelim.