Burası vatanın senin be, burası ülken senin, toprağın. İlk öpüştüğün sokağı da yanında götürecek misin, sarhoş olduğun merdivenler de gelecek mi seninle? Nereye gidiyorsun? Nereye gidebilirsin? Toledo’ya mı?

Hendek

ATEŞ İLYAS BAŞSOY / atesilyasbassoy@gmail.com

“Kurbanı bahçeye bağlarlardı. Abimle kurbanın yanına giderdik, onu severdik, bize anlatılmaz bir anlamla bakardı. Sonra bayram sabahı gelirdi, abim ablamlar babama yalvarmaya başlardık. Babam namazdan dönünce kurban kesilecek. Ne yapsam?”

“Ben bu itleri tanıyorum, seçim gecesi de sokakta “Hepinizi s...keceğiz” diye bağırmışlardı. Bunlar tombalacıların, üçkağıtçıların, yankesicilerin çocukları. Babaları şimdi müteahhit oldu veya emlakçı. Eski binalara el koyuyorlar, belediye onlardan soruluyor. Halletmeyecekleri iş yok. Nitelikli yankesici. Ama sorarsan her yıl Umre’ye gidiyor, Osmanlı filan... İşte bu boklar geldiler, silahlı. Tekbir getiriyor. “Alnınızdan vururum lan” diyor. Yanımızda kız arkadaşlarımız var, herkes kaçışıyor. Ben dik dik bakıyorum ama ayaklarım da titriyor, bunda saklanacak bir şey yok; karşındaki faşistte tabanca var, saniyede kararır dünyan... Sevgilim tutuyor, ben de kaçıyorum; kaçıyorum işte, bildiğin. Arkamızdan diyorlar ki: “Gidin barda için orospu çocukları.” Ben hayatımda iki kez ölümüne kavga ettim, birinde anama, birinde sevgilime küfretmişlerdi. Duruyorum. Geri dönmek ve bu ihaleci yavşağın suratını dağıtmak istiyorum. Ne yapsam?”

“Haftada bir gün ailecek yemeğe giderdik. Eşim bir kadeh şarap içer, ben de iki duble rakıyı ağır ağır yudumlarım. Garson Ali vardır, bitirim, şakalaşırız. Bir gün masaya tanımadığım yeni bir garson geldi, dedi ki “İçki yok”. “Niye?”dedim. “Kaldırıldı” dedi... Bir de bana tiksintiyle baktı. Herhalde bu herif hırsız soyundandır diye umursamadım ama daha ilginç bir şey de oldu: Ali’ye baktım, gözlerini kaçırdı. “Hayrola yahu, içkiyi kaldırmışlar?” dedim. “Öyle” dedi. İzlendiğini düşünüyormuş gibi mutfak tarafına baktı. “Aile ortamında içki iyi bir şey değil zaten” dedi bana. Anlayamadım, anlayamadığım için de bön bön baktım. Ali ona gülümseyen yeni garsonun yanına gitti. Gülüyordu, rahatlamış gibiydi. Ne yapsam?”

“O mitingle aynı anda ilginç bir şey oldu. Biz gaz maskeleriyle ara sokaktayız. Yoksul, yaşlı bir adam yanımızdan geçerken birden kürsüdeki herifin tonuyla sesini yükseltti. Yoksul bir evin penceresinden bir kadın da adama destek verdi. “Cahil yoksullar” biz, “okumuş zengin”lere karşı bir araya gelmişti. Ha o sırada cebimde boş bir akbil ve beş liradan başka bir şey yoktu ayrı. Bana bağıran “yoksul” komşunun üç daire, bir de dükkanı olduğunu sonra tesadüfen öğrendim, bu da ayrı... Mesele şu: Canetti’nin veya Reich’ın doğrulandığı büyülü bir andı yaşadığımız. İktidar birden o tarafa geçmişti. O an biliyorum ki, beni tenha bir sokakta yakalasalar tıpkı Ali İsmail’e yaptıkları gibi öldürürlerdi. Oysa daha dün iktidar bizdeydi, sokaklar bizimdi. Heller’ın Madde 22’sinde olduğu gibi, gerçekleri şıp diye anladım, bütün mesele iktidarı ele geçirmekti. Bu insanlar o an seni alkışlayacak ama yarın düşersen de linç edeceklerdi, aynı insanlar. Kürsüdeki mahluku sevmelerinin sebebi, onun bu soysuzluğu üreten bir lağım yolundaki yoldaşları olduğunu bilmeleri miydi? Ben bunlar için mi kendimi yoruyorum?” diye düşündüm. Gezi’nin bu kadar güçlü olmasının ve ondan bu kadar nefret edilmesinin sebebi buydu. Taban tabana ayrı iki toplum anlayışı. Biri itaat eden, itaat ettiren, köle efendi toplumu; diğeri herkesin insan olduğu bir tahammül ve karnaval toplumu. O mitingle iktidar el değiştirdi, sanırım o andan beri de bizde değil. Ne yapsam?”

“Kendime rotalar çizdim, yol biraz uzuyor ama olsun. Eğer rotamı korursam sorun olmadan eve ulaşabilirim. Kışın hava karardıktan birkaç saat sonra şehir tenhalaşır. Palton nasıl olsa uzundur, kafan önde, eller cepte hızlı adımlarla yürürsün. Yürürsün dediğime bakma, sırtında ağır bir yük gibi taşıdığın paranoyan gitgide daha ağırlaşır. Biri gelirse, bir bıçak dayarsa, ağzını kapatırsa... Kaniş cinsi küçük bir köpeğim vardı, bir gün bir kurt köpeği hızla ve hiç ses çıkarmadan geldi, kanişimin sırtına dişlerini geçirdi. Köpeğim kurdun ağzından yere ölmüş olarak düştü, buna boğma diyorlarmış. Meğer vahşi hayvanlar, öldürmek için saldırdıklarında hiç ses çıkarmazlarmış, her şey kısacık bir sürede olurmuş... İşte yirmi yaşında bir kadın olarak, sokakta yürürken aklıma hep o sahne gelir. Sessiz bir düşmanın avı olma endişesi. Dün akşam rotamda bir grup ergen delikanlı gördüm, tek tek hepsi kibardır ama bir araya geldiklerinde en büyük kötülükleri bile yapabilirler. Yanlarından geçerken biri “Tesettür, tesettür” dedi, bir diğeri de “Orospu” diye bağırdı. Kahkahalarla güldüler. Rotamı değiştirmem gerek. Ne yapsam?”

“Pasaportum cebimde diye bir geyik başladı. Ne olacak cebinde olunca? Burası vatanın senin be, burası ülken senin, toprağın. İlk öpüştüğün sokağı da yanında götürecek misin, sarhoş olduğun merdivenler de gelecek mi seninle? Nereye gidiyorsun? Nereye gidebilirsin? Toledo’ya mı? Niye gidesin? Tek tek “Ne yapsam?” diye sormakla, sadece yenileceğini bilmiyor musun? Ne yapacağın gün gibi ortada değil mi?”

“Babam bayram namazından geldikten sonra bahçede bir hareketlenme başlar. Abimle beni de aşağıya indirirler, bakalım diye. Ablamlar, annem yukarıdadır. Kurbanı okşayarak getirirler, bakışmayalım diye gözlerimi kaçırırım, tek yaptığım bu olur. Sonra onu yatırırlar. Kasap hala seviyordur kurbanı... Şöyle bir imge geliyor aklıma: yukarıdayız, kavurma pişmiş. Ekmekler banılıyor, ailecek kavurma yiyoruz. Babam, annem, kardeşlerimle göz göze gelirim. Dudaklarında kurban etinin yağı, lokmalarını sakin sakin çiğnerlerken, herkes birbirine anlatılmaz bir anlamla bakar. Evde ürpertici bir huzur vardır...

Eğer kuzu gibi beklersek bizi mutlaka kesecekler dostum. Çok az kişi itiraz edecek, çoğunluk sessizce duracak, bir kasap illa çıkacak. Korkunç olan ne biliyor musun? Kasap değil, bıçak değil, o anlamlı bakışlar da değil... Korkunç olan, kavurmayı yerken yüzlere inen o nur.

Boğuluyorum. Ne yapsam?”