Covid-19 salgını toplumsal bir varlık olarak özgürlük meselemizi farklı bir boyutta karşımıza çıkardı. Gerçekten de tarih boyunca inişli çıkışlı bir mücadelenin konusu olan özgürlükler ya da açarak söyleyelim, düşünce, ifade, örgütlenme özgürlükleri son yıllarda gizli açık saldırılarla karşılaştı.

Şimdi bu kısıtlamalara, Covid-19 salgını nedeniyle yurttaşların itiraz etmediği evde kalma zorunluluğu, seyahat yasakları ve ama İstanbul Büyük Şehir Belediye Bakanı Ekrem İmamoğlu’nun “hiç değilse İstanbul’da uygulansın” dediği sokağa çıkma yasağı talebine rağmen, sonuçları ağır olacak çalışma dayatması eklendi.

***

Toplumsal bir varlık olan insan için asıl olan özgürlüktür; bu nedenle dayatılanla (örneğin salgına rağmen çalıştırılmak) zorunlu olanı (örneğin yaşlıların korunması için evde kalmaları) ayırabilmek şarttır. Kısıtlamalar egemenlerle ilişkinin bir biçimine dönüşmemeli, bilinçle kabul edilmeli, gerekçelerinin ortadan kaldırılması için çaba gösterilmelidir.

Bunu yapabilmek için her şeyden önce egemen anlayışın mantığını bilmek ve reddetmek gerekiyor. Siyasette kendini bulan bu anlayışın mantığını Murat Yetkin’in aktardığı siyasetin akıl hocalarından ünlü patronlardan Cüneyt Zapsu’nun açık mektubu açık seçik anlatıyor.

***

Yetkin’in gerçekçi yazısından aktaralım: “Mektubun en can alıcı cümlelerinden birisi, bence yanıtını da içinde taşıyan şu soru: ‘Peki, tam bir sokağa çıkma yasağı yapılsa, yani tüm üretim ve işyerleri kapanıp bütün hayat dursa ne olacaktır?’ Zapsu, ‘80 milyonluk toplam nüfusumuzun %0,3 gibi bir rakamını kaybedebiliriz. Ki inşallah bu çok daha azlarda seyredeceğe benziyor’ demiş. 83 milyonluk Türkiyede binde 3’ün karşılığı 249 bin, yaklaşık 250 bin kişidir...”

Yetkin Zapsu’nun “tam bir sokağa çıkma yasağı” istendiği varsayımının doğru olmadığının da altını çiziyor. (https://yetkinreport.com/2020/04/02/istanbul-salgin-ussune-donerken-erdogan-neyi-bekliyor/)

Covid-19 salgını aynı zamanda hepimizi ağır bir bedel ödemeye, her geçen gün artan ölümlerle, ölüm tehdidiyle birlikte yaşamaya zorladı. Yurttaşlar bu virüsü alt edebilmek için iktidarın aldığı önlemleri siyasi olarak tartışmayı bir yana bırakmış; normal koşullarda “evet” demekte zorlanacakları önlemleri kendiliğinden almış, itirazsız boyun eğmiş, bugüne kadar tam olarak sahip olsunlar olmasınlar doğal özellikleri olan özgürlüklerini kısıtlamayı kabul etmişlerdir.

***

Yine de kendimize koyduğumuz yasaklar toplumsal varlığımızın, ilişkilerin bir sonucu olmaktan kaynaklansa, birlikte yaşamanın zorunluluklarına dayansa da bir süre sonra ne kadar sınırlı olursa olsun özgürlüğümüze, kendimizi geliştirmemize, şimdi görüldüğü gibi yaşam hakkımıza bir saldırıya dönüşecektir. Kısıtlamalar doğal halimize “naturamıza” uygun değilir. İlk fırsatta ortadan kalkmalı, baskının, baskıya boyun eğmenin sürekli aracına dönüşmemelidir. Yaklaşan bu tehlikenin ne kadar büyük olduğunu anlamak için nefesini tüketmiş, duvara dayanmış, bu nedenle de vahşi tabiatını yani kendi özünü gizleme gereği duymayan kapitalistlerin, siyasetçilerinin sözcülerine dikkat etmekte büyük yarar var.

***

Toplumsal ilişkilerin ve egemenlerin dayatmalarının sonucu olan kısıtlamalar yine toplumsal bir anlayışla, birlikte mücadeleyle ortadan kaldırılabilir.

Bunun ne kadar gerekli ve zorunlu olduğunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok; sermaye ve iktidar görüşünü, fikrini açık seçik anlattı.

Merak edenler piyasanın açık sözlü sözcüsü Cüneyt Zapsu’nun açık mektubunu döne döne okuyabilirler.