Her şair, her yazar, “Bu daha başlangıç!” diye düşünür sanıyorum; kaç yıl, kaç kitap olursa olsun. Bendeki duygu da böyle. Asıl yazacaklarıma bir önsöz, bir giriş yazıyormuşum gibi hissediyorum hala. Tabii öyle olmadığını biliyorum ama yine de bu duygu var.

Henüz yazmadıklarımın peşindeyim

KADİR İNCESU

Haydar Ergülen yakın zamanda iki ayrı kitap yayımladı. Biri Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan Nişanlılar için Şarkılı Alfabe adlı şiir kitabı, diğeri ise Karakarga Yayınları’ndan çıkan Çerçöp-Öteberi Denemeleri… Ergülen ile iki kitabı üzerine konuştuk…

►Şiir ve deneme hangi özellikleriyle etkiliyor sizi? Refik Durbaş’ın bir söyleşimizde söylediği “Düzyazı sevda, şiir ise kara sevdadır” sözünü hatırlıyorum.

Şiir, soru sormak, deneme yanıt bulmak gibi. Şiirde, görünüşte pek soru işaretine rastlamazsınız ama bana kalırsa şiir, kendi adına değil, başkaları ve başka şeyler adına sorduğumuz sorulardır. Herkesin bir soru sorma biçimi vardır. Şiir daha dolaylı sormaz aslında, dolayımlı sorar, dolaylarından sorar, kolaylarından değil! Geçmişten, bugünden, gelecekten, varlıktan, yokluktan, havadan sudan, yerden gökten, tabiattan, senden benden, aşktan, ölümden, çocukluktan, yuvadan, kayıplardan, iyilikten, fizikten, kimyadan, tarihten, coğrafyadan, her şeyden soru sormaktır şiir. Çünkü meraklıdır, çünkü hevesle yazılır, her defasında bu ikisi şarttır. Merak ve heves. Yaşadığımızı ve yazdığımızı gösterir. ‘Ben robot değilim’in kanıtıdır.

Düzyazı ya da benim mektuptan alfabeye çeşitli biçimlerde yazmaya çalıştığım deneme ise yanıt bulma çabasıdır. Yanıt bulmak edilgen bir çalışma değildir am yeni sorular üreten bir arayıştır. Bu nedenle de şiirin içerdiği her şeye, denemenin kapıları da açıktır.

Bunlar şiir ve deneme hakkındaki ‘resmi düşüncelerim’di. Gayri resmi düşüncemse, ilgileri ve içerikleri aynı olmakla birlikte, şiirin daha uzun ve dolaylı bir yoldan, denemenin ya da düzyazınınsa biraz daha hızlı ve kestirmeden gittiğidir! En azından benim için. Sevgili Refik Ağabey’in dediğine katılırken, şiirin denemeye göre daha karanlık olduğunu da söylemek isterim.

Çerçöp deyince benim aklıma sürekli ihtiyaç duyulmayan, ancak her an, çabuk ulaşılır bir yerde bulundurduğumuz ve çabuk vazgeçebileceğimiz her şey gelir.

Geçicilik duygusuyla yürüdüğüm için, dediğinize katılıyorum. Şiirdir, Geçer diye bir kitabımın da olduğunu hatırlatıyorum! “Her şey geçer…” diyor Bülent Ortaçgil; “hayat kalır!” diye sürdürüyor. O da geçmez mi, aşk geçer, şiir geçer, insan geçer! Hayat da geçer! Bu geçicilik duygusuyla yaşarken ben de ‘kalıcı’ değil ‘geçici’ eserler vermek için durmadan yazıyorum. Yazmazsam geçmiyor çünkü, geçmez! Yazacaksın ki geçsin! Enis Akın ‘Öpünce Geçmez’ demişti, ona da önerimdir, yazınca geçiyor! Şiiri bir hal olarak yazdığım gibi, bir tasarı olarak da yazıyorum. Başlarda daha çok hal şiirleri yazıp, sonra bunları kitap olarak yayımlıyordum çoğu şairin yaptığı gibi. Zamanla kitap olarak çalışmaya başladım. 16 şiir kitabım çıktı; yarısı halden, yarısı dilden!

henuz-yazmadiklarimin-pesindeyim-810745-1.

Düzyazılar da öyle, şimdi hemen tümüyle kitap olarak tasarlıyor ve öyle yazıyorum. Zaman mahlukunun sırrına kimse eremez, ben de eremediğim için, bir var bir yok olacağız ve yazmak istediğim çok şey var, dünya kadar şey! Zamanı gelince kitap oluyor yazdıklarım, henüz yaşarken bazı şeyleri de toplayayım istedim. Çerçöp, toplama yani! Çeşitli zamanlarda çeşitli konularda yazdığım denemeler. Onları bulduğum iyi oldu, özlemişim! Bazılarının biraz üstünü başını düzelttim, ne de olsa uzun zamandır ayrıydık, okur önüne çıkar hale getirdim, yayımladım. Kitabın adına kırılmamışlardır diye umuyorum, çünkü beni tanır harflerim, sözcüklerim, geçici olanın ferahlığı, hafifliğiyle onları sevdiğimi, yazdığımı bilirler.

Öte yandan sürekli ihtiyaç duymaktan, ara sıra ihtiyaç duymak daha iyi değil mi? Bunu bilmek de öyle.

►Okur, Haydar Ergülen’in yazdıklarından çok yazmadıklarının mı peşine düşmeli?

Her şair, her yazar, “Bu daha başlangıç!” diye düşünür sanıyorum; kaç yıl, kaç kitap olursa olsun. Bendeki duygu da böyle. Asıl yazacaklarıma bir önsöz, bir giriş yazıyormuşum gibi hissediyorum hala. Tabii öyle olmadığını biliyorum ama yine de bu duygu var. Belki de insanı sürekli yazmaya götüren, yüreklendiren de budur. Güzel sordunuz ama şunu söyleyeyim, ben okurdan da önce henüz yazmadıklarımın peşindeyim! Dedim ya; ‘Deneme, yanıt bulmak için bir arayıştır’ diye. Sanırım çok yazarak çok arayarak henüz yazamadıklarıma ulaşmak istiyorum. Umutsuz bir çaba değil mi? Zaten o yüzden yazıyorum ya! Bulamayacağımı bilerek, bulduğum şeyin aramadığım şey olduğunu görerek, bulmuş olsam da anlayamayacağımı düşünerek yazıp duruyorum işte!

►“Şairlerin yazdığı yerle hayatın yazıldığı yerler aynı değil galiba” diyen deneme yazarı Haydar Ergülen’e, şair Haydar Ergülen’in yanıtı ne olur?

“Ben ne yediğimi biliyor muyum” derler ya, söyleyen de “Ben ne dediğimi biliyor muyum” der, yazana da “Bu durumda ben ne yazdığımı biliyor muyum” demek kalır ki, çok yazan biri olarak benim durumum da öyle. Andığınız cümleyi çoktan unutmuşum unutmasına da, içeriğini iyi biliyorum. Daha doğrusu onu unutmam mümkün değil, çünkü şiir yazıyorum ve hayatı yaşıyorum. Kendimi de katarak söylüyorum: Şair, hayatı izleyen, onunla söyleşerek dolaşan bir yoldaştır olağan zamanlarda. Ama yaklaşmakta olanı görmesi ve göstermesi gerektiği durumlar da vardır ve büyük şiirler de en çok buralarda, bu zamanlarda ortaya çıkar. İyi şiir yazmak görev midir bilmiyorum ama iyidir. İyi şiir yazmaktan daha iyisi ise, şairin yaklaşmakta olanı sezmesi, herkesten önce orada olması ve ışığı alnında ilk hissetmesidir. Denemecimiz haklı, şairin hayatla yürümesi değil, onun önüne geçmesi gerekir. Güneşten önce doğmak gibi bir şey bu. Ama şair de doğar değil mi, doğmalı! Bu nedenle kendime şair demiyorum işte, şiir yazarı diyorum, yani tehlikenin farkındayım!

►Yazmak, bir nevi kendi içine sığamamak mı Haydar Ergülen için?

Bir teselli ver şarkısının karşılığı, Şifa Yurdu… Aklıma ilk bunlar geldi, yanıtlarken başka şeyler de gelirse eklerim. Yeni bir güne uyanma nedenlerim arasında, işim, gücüm, uğraşım, tatilim, yolum, yolculuğum, serüvenim, bu dünyam, öte dünyam, cennetim, cehennemim, yoldaşım, yolluğum, çocukluğum, eskiden yeniye sevdiğim her şey, tüm arkadaşlarım, kılavuzlarım, yağmurum, serinliğim, öfkem, gülüşüm, korkum, cesaretim, oyunun, hakikatim, parkım, şarkım, türküm, avlum, bahçem, okulum, kitabım, defterim, kalemim, kağıdım, daha nem’olacaksın ‘iki tanem’, biri şiirim biri yazım, el yazım, alınyazım, karayazım, eğik yazım, düzyazım, yazım… İstersen daha fazla söylemeyeyim.

İkinci Olmak başlıklı yazınıza istinaden, siz kendinizi yaşamda nerede görüyorsunuz?

Bu soruyla birlikte kendimi psikiyatrist divanına uzanmış olarak görüyorum! Acaba bu soruya şöyle esaslı bir yanıt mı vermeliyim yoksa kendimle de dalga geçerek bir şeyler mi söylemeliyim, karar veremedim. Kadirciğim, aldı beni bir düşünce. Maori yerlileri bir, iki ve çok dermiş. Sayı sistemleri buymuş ama bu aynı zamanda dünyaya bakış, yetinme, gereği kadarını isteme ve fazlalığı atma anlamına da gelir. Yani üç yok, ikiden sonrası çok! Ben bir de değilim birinci de, çok hiç değilim, ikinci olayım yine!

Yazmak-okumak, anlamak-anlaşılmamak zaman zaman yazarı bir çıkmaza sokar mı?

Aydınlanmayı kaçıran, yaşayamayan bir ülkede yazmanın pek çok sonucu var. Şiir ve deneme yazan biri olarak düzyazılarımın, yani deneme kitaplarımın daha çok okunmasını isterdim. Şiirlerim okunuyor, şiir kitaplarım defalarca basılıyor, fakat deneme kitaplarım 2-3 baskı ancak yapıyor. Oysa tam adının da imlediği gibi deniyorum, alfabeler yazıyorum, günler haftalar yazıyorum, karakterler yazıyorum, yine de fazla okunmuyor. O zaman aydınlanmayı yaşayamamaya bağlıyorum bunu. Niye deneme okunsun ki? Deneme ne? Okuyunca ne geçecek eline? Okudum ee? Herhalde buna benzer şeyler düşünüyor olmalı deneme okumayanlar. Üzülüyorum. Üstelik çok iyi denemeciler var.

►Haydar Ergülen’in bir özelliğini yasaklamak istesek…

Her şeye ‘evet’ demesi!

henuz-yazmadiklarimin-pesindeyim-810746-1.

►işanlılar için Şarkılı Alfabe bir nevi, J. Amado’nun “Çocukluğum anayurdumdur” sözünün karşılığı mıdır?

Sağ ol, çok sevdiğim bu sözü bir kitabıma layık gördüğün için. Bu sözün tam karşılığı olacak bir kitap yazmadım henüz, bunda olduğu gibi başka kitaplarımda da parça parça var ama bütünlüklü bir kitap yok. Çocukluktan, yani anayurdumdan kaç ışık yılı uzaklaştım bilmiyorum. Dönmek zaman alacak, tabii dönebilirsem. Gençliğime kadar geldim, Ankarablues diye bir kitap yazıyorum. Blues modasına ben de uydum. Onu önümüzdeki yıl bitirebilirsem, belki adaması da Amado’nun bu sözü olan bir anayurt, yani çocukluk kitabına da başlayabilirim.

HERKESE SAĞLIK DİLİYORUM

Korona günlerinde neler yapıyorsunuz?

İlk döneminde herkes gibi, evde olmanın, yapamadığım şeyleri yapmanın, bol bol film izlemenin keyfini sürdüm diyeyim… Herkes şaşkın ve öyle olduğu için de umutluydu. Devletler, yereller, yurttaşlar… Şimdi evden çıkmamaya çalışarak çokça yazıp okuyorum. Sürdürdüğüm kitapları bitirmeye çalışıyorum. Bir de online dersler ve atölyeler. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dileme geyiğinden mülhem, herkese sağlık diliyorum.

İNSAN MUTLAKA YAZMALI

►Biriktirir misiniz? Biriktirmek gibi yazmak da bir takıntı olarak değerlendirilebilir mi?

Dergi, gazete, kitap biriktiririm. Yakın zamanlara dek kâğıt da biriktiriyordum, artık doğrudan bilgisayarda yazmaya başlayınca vazgeçtim bundan. Şiir el yazısı, eh biraz da alınyazısı olduğu için, elle yazıyorum, defterlere yazıyorum, az da olsa defter biriktirdiğimi söyleyebilirim. Kalem de severim ama öyle dolmakalem, özel kalem filan değil, şirket kalemleri, otel kalemleri, ucuz tükenmezler, kurşunkalemler, onları seviyorum. Yazmak değil bence yazmamak takıntı! İnsan yazmalı, not da olsa izlenim de gözlem de, yazmak gereksinim. Tamam, su içmek sayılmaz ama yemek yemek gibi düşünülebilir. Cemal Süreya, kahvaltının mutlulukla ilgisi olduğunu söylerken herhalde şiiri düşünüyordu, öyleyse yazının da yemekle bir ilgisi olmalı!