Ali Bulunmaz Anlattıklarıyla ve eylemleriyle John Berger’ın ve Eduardo Galeano’nun dikkatini çeken, bu iki ismin övgüyle bahsettiği Rebecca Solnit, dünyada olup biteni yorumlarken hem benliğini hem de başkalarını anlamaya çabaladığı metinler yazıyor. Başka bir deyişle olaylar ve insanlar arasında yürürken sürekli arıyor: Acının, sahte ve gerçek mutlulukların, politik öznelerin edimlerinin hayatımıza etkisinin, birey olmanın ve […]

Hep beraber çok güçlüyüz
Ali Bulunmaz

Anlattıklarıyla ve eylemleriyle John Berger’ın ve Eduardo Galeano’nun dikkatini çeken, bu iki ismin övgüyle bahsettiği Rebecca Solnit, dünyada olup biteni yorumlarken hem benliğini hem de başkalarını anlamaya çabaladığı metinler yazıyor. Başka bir deyişle olaylar ve insanlar arasında yürürken sürekli arıyor: Acının, sahte ve gerçek mutlulukların, politik öznelerin edimlerinin hayatımıza etkisinin, birey olmanın ve olamamanın, kaybolmanın ve buluşmanın, soruların ve yanıtların yaşamımıza nasıl yön verdiğini anlatırken bunları kâğıda döküp kitlelere ulaştırmanın önemli bir eylem olduğunu hatırlatıyor hepimize.

O meşhur milenyum tartışmalarının ortasında ve dünyanın eksenini kaydıran gelişmelerin yaşandığı günlere bakarak kaleme aldığı yazılardan oluşan Karanlıktaki Umut, Solnit’in kof ve şişkin hayat inşasına hızla girişildiği bir dönemde yakın geçmişin dökümünü yaparken birey olmayı yeniden hatırlattığı, aktivistliğin gücüne atıf yaptığı bir kitap.

KOLEKTİF HAFIZA VE EYLEM

Solnit’e kitaptaki metinleri yazdıran dönemde (2003-2004; ABD’nin Irak’ı işgal ettiği zamanlarda) elimizde umutlu olmak için yeterince neden var mıydı? Peki ya bugün?

Metinlerin dayandığı ve yazarın yanıt aradığı temel soru bu.

Eşitsizliklerin arttığı, sağ ve sol popülizmin hortladığı, ekonomik ve siyasi krizlerin birbirini tetiklediği bir dönemdeyiz. Solnit’e göre 2003-2004’ün yıkıcı belirsizliği sürüyor ve günden güne derinleşiyor. Temel hakların törpülenmesi, yalan haber, göçmen sorunu, iklim krizi, terörle savaş adı altında pusuda bekletilen yeni işgaller, kurulan ve diğerini yok etmeye çalışan enformasyon tekelleri günümüzün gelişmelerinden bazıları.

Solnit, karanlıktan ve krizden devşirilecek umudun peşinde; onun ‘eyleme geçirme potansiyeli barındıran özgüllüğüyle’ ilgileniyor daha çok. Karanlığın içinden bunu hatırlayarak çıkabileceğimizi ve krizleri de bu bakış açısıyla aşabileceğimizi belirtiyor.

Aynı şekilde belirsizliğin üstesinden gelme yolu olarak da umuttaki eylemselliğe atıf yapıyor: “Bireysel depresyonun toplumsal dengi, bireyin değil de ulusun veya toplumun ıstıraba saplanıp kaldığı hissidir. Şeyler her zaman iyi yönde olmasa da değişir ve biz de eyleme geçerek bu değişimde rol oynayabiliriz. İşte umut da tarih adını verdiğimiz kolektif hafıza da burada devreye girer.”

Anaakım medyanın ilgisizliğiyle ve suçlayıcı yayınlarıyla birlikte özellikle popülist iktidarların alaycı tavırlarının, kolektif eylemin gülünç ve yasa dışı diye yaftalanmasını kolaylaştırdığını söyleyen Solnit, bunun umutla hareket edenlerin aşması gereken bir engele dönüştüğünü anımsatıyor. Yazar, geleceğe yürürken ardına bakarak geçmişin deneyimlerini hatırlayıp “hep beraber çok güçlüyüz” diyor.

Söz konusu gücün, korkuyu bertaraf etmek üzere kumar oynarcasına, risk alarak umudun peşi sıra başlatılan eylemle kazanıldığını ya da fark edildiğini anımsatan Solnit, tarihin de böyle dolambaçlı yollardan geçilerek yazıldığını; bir anlamda değişimin bu şekilde gerçekleştirildiğini vurguluyor.

Birbirini besleyen umut ve eylemden bahseden yazar, son derece titiz şekilde kayda geçirilen yenilgilerin dışında zaferlerin ve olanakların hikâyelerini örneklere dayanarak anlatırken kitleleri temsil etmediği düşünülen ve genelde ‘marjinal ayaktakımı’ diye nitelenen aktivistlerin kazandığı zaferlerden bahsediyor. Mesela kitle imha silahları bulundurduğu iddiasından hareketle ‘demokrasi götürme’ ve ‘terörle savaş’ amacıyla işgal edilen Irak’a düzenlenen saldırıların anlamsızlığının geç de olsa kavranması aktivistlerin bir zaferi. Bir diğeri, hükümetlerin korkuyla halkını hizaya sokmaya çalışmasının acı deneyimlerle kanıtlanması.

GELECEKSİZLİK HİSSİNDEN UMUDA

Solnit’in aktardığı olaylar ve buradan hareketle anlattığı hikâyeler, statüko (sistem) ile ona karşı çıkanların mücadelesine dayanıyor. Bu noktada aktivistlerin alternatif yaratma gücüne gönderme yapan yazar risk alanlara, meydan okuyanlara ve çoğunlukla bu yüzden ödenen bedellere dair kalem oynatıyor. Dolayısıyla atlanan eşikleri veya yakın geçmişin popüler deyişiyle milenyumları sıralayıp tarihin içinde yol alıyor.

Solnit’in söz ettiği tarih, bir araya gelip ‘Biz’ ve ‘Onlar’ ayrımı yapanlara direnenlerle, küreselleşmeyi bir karşı koyma hareketi olarak tersine işletmeye çalışanlarla ve yersiz-yurtsuzluğa inat başkaldırı şartlarında birleşenlerle şekilleniyor. Solnit, karanlığın dibinde bulunduğunu düşündüğü anda umuda tutunanların, olasılık dışı malzemelerle tarihi nasıl yazdığını hatırlatıyor.

Solnit’in, karanlık-umut-mücadele çizgisini öne çıkardığı kitapta, tükenmişliğin kıyısında gezinenlerin buluşarak mevcut durumdan nasıl sıyrıldığına dair pek çok tarihî hikâyeyle karşılaşıyoruz.

Geleceksizlik hissinin geleceğe ilişkin umuda evrilme aşamalarını herhangi bir kahramanlaştırma yoluna ve mükemmeliyetçilik mitine sapmadan anlatan Solnit’in sorduğu soruya verdiği yanıt kitabın özünü oluşturuyor: “Gelecek için verdiğimiz mücadeleye nasıl dönebiliriz? Bence bunun için umut etmek gerek; bahsettiğim umut bir ödül veya armağan değil de çalışarak çaresizliğin kolaycılığına direnerek ve tünel kazarak, pencere ya da kapı açarak veya bunları yapan insanları bularak hak kazanılan umut.”