Ticaret Bakanı M. Muş, “Son yılları saymazsanız, (enflasyon) ortalaması yüzde 8-9 civarındadır!” dedi ya… 3 Kasım’da 20’nci yılını dolduran AKP iktidarının karakteristik bir özelliğini daha siyaset literatürüne geçecek bir aforizmayla vurgulamış oldu.

Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu!” da vardı hani. AKP’nin 20 yıllık iktidarı böylesi saçmalardan seçmelerle de yazılabilirdi. Ancak, 20 yıl AKP’nin işine geleni sayıp gelmeyeni saymadığı, bir yaptığının tam tersini yaparken her iki eylemini de başarı diye sattığı bir dönem olarak yaşandı.

AKP tarihinin bir U dönüşler ve krizler tarihi olduğunu, en büyük “başarı”sının da kah “kullanışlı” liberallerin ve “dış güçlerin”, kah tümüyle kontrol ettiği medyanın desteğiyle U dönüşlerinin iki ucunu ve krizleri “zafer” diye satması olduğunu yazmıştım.

Meşhur “Nereeeden nereeeye?”yi cumhuriyetimizin son 5te 1’lik dönemi için sorsanız neler çıkar neler!

14 Ağustos 2001’de Ankara Bilkent Otel’de AKP’nin kuruluşunun açıklandığı toplantıda Erdoğan’ın söylediklerine bakın: “Bugün, Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine, kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek. Bugün, Türk siyaset tarihine parti içi demokrasi geleneğinin yalnızca bir kuru temenni olarak değil, aynı zamanda da bir zihniyet değişikliği ve zorlayıcı tüzük kuralları biçiminde egemen olduğu gün olarak geçecek. Bugün, Türk siyaset tarihinde her yönüyle şeffaf, seçmenin sorgulamasına ve denetimine açık, yepyeni bir siyasal örgütlenme modelinin kurulduğu gün olarak geçecek.

O gün alkışlayanlardan kaçı bugün böyle düşünüyor dersiniz? Kaçı alkışladıkları o liderden “affını istedi”? Kaçı akılları tek kişilik kolektife sığmadığı için kapının önüne kondu? Kaçı beraber yürüdükleri yoldan ayrılıp karşıya geçmeyi, hatta karşıda parti kurmayı seçti? Kaç kullanışlı liberal “yetmez”i bırakıp, “yetti artık” dedi?

Bu sorulardan çok daha önemlisi, kaçımız ne kadar dönüşü olmayan bir yol ayrıma gelip dayandığımızın; ya 100’üncü yaşını karşılamaya hazırlandığımız cumhuriyetle bir daha görüşmemek üzere vedalaşmak ya da cumhuriyeti yeniden kazanmak gibi bir seçimle karşı karşıya olduğumuzun bilincindeyiz?

Perşembe günü “20 yıllık yıkıma son verme vakti” manşetiyle çıkan BirGün’de uzmanlar bu süreçte neredeeeen nereyeeee geldiğimizi anlatmıştı. Yok edileceği söylenen üç Y’de (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) zirve yaptı Türkiye.

Cumhuriyetin 80 yıllık birikimi miras yedi gibi satıldı. Bir azınlık zenginleşirken geniş kitleler ancak yardımlarla yaşayabildikleri bir yoksulluğa mahkum edildi. Din o yoksulların sadece şükretmeleri için kullanıldı. Para pul oldu. Okulların yerini sübyan mektepleri, devlet yurtlarının yerini tarikat yurtları aldı. Üniversitelerimiz dünya liginde küme düştü. Fabrika değil cezaevi yapmakla övünüldü. Ülke dünyanın en büyük gazeteci cezaevi olarak anılmaya başlandı. Kadınlar, hakları sadece baş örtüsünden ibaret sayılarak, vurulup kırıldılar. En büyük başarı olarak anlatılan sağlıkta devasa hastane binaları yükselirken hizmet çöktü. Adalet ve hukuk iki dudak arasında kaldı…

Geldiğimiz noktada kurumları ve kuralları yok olmuş bir ülke var. Önümüzde de; son 20 yılın “kurum ve kural” haline gelerek ikinci yüzyılımız olması ya da kurumları ve kuralları olan bir cumhuriyeti yeniden kazanmaya giden yol ayrımı…

Her birimizin düşlediği “bir başka dünya” bir diğerinden farklı olabilir, ama o farklara takılıp kalırsak sadece “son birkaç yıl”ın sayılacağı bir ülkemiz olacak!