Yazar, müzisyen, tiyatrocu Hilal Nesin fuhşa sürüklenen sekiz kadının hikâyelerini yeni kitabı “Yarın Yamalak”da yazdı. Sekiz kadından yedisi yaşam öykülerinin yer aldığı bu kitabı okudu, birinin ne yazık ki ömrü yetmedi.

Hep yarım yaşamışlar sevgiyi

ÖZGE DOĞAR

Hilal Nesin, “Adem’in Bademleri”, “Bir Atımlık Sen”, “Diren Muhtar!”, “Gevşek Vidalar”, “Kızınca Kıyamet”, “Şeyimin Derdi” kitaplarının ardından yeni kitabı “Yarın Yamalak” ile okuyucularıyla yeniden buluştu. Hilal Nesin ile kitap dünyasının yeni ismi ND Web Yayıncılık tarafından yayımlanan yeni kitabı “Yarın Yamalak” ile Türkiye'de kadın olmayı konuştuk.

►Seks işçiliği, üzerinde çok konuşulup yazılan bir konu olmasına rağmen sizi bu konuya iten asıl etken neydi? Sanki birisinin bunu söylemesini bekliyormuşçasına bir heyecan yaratmış sizde.

Evet, yazılmamış değillerdi, hatta en çok konuşulan yazılan kesimdenlerdi. Benim heyecanım yazmaktan ziyade onları birebir dinlememden kaynaklıydı veya kabımdan çıkmak heyecanlandırmıştı beni. Yaşamlarının en başını hep merak etmiştim, hepimiz biliyoruz hiç kimse doğarken karar veremiyordu ne olacağına, hangi mesleği seçeceğine. Bu nedenle çocukluklarına gitmek istedim. Belki de beni heyecanlandıran nedenlerden biri de buydu. Yakalamaya çalıştım en başında onları, küçük birer kız çocuğu oldukları hallerini de tanımak istedim.

►Kitabınızda emekçi kavramı üzerinde durduğunuzu görüyorum. Çeşitli şekillerde karşıma çıkan bir vurgu bu. Genel anlamıyla işçi sınıfını sorgulatılıyorsunuz. Seks işçisi kadınlardan yola çıkarak emek kavramına vurgu yapıyorsunuz.

Onlara seks işçicisi dediğimde bir işçi kızıp “Onlarla bizi aynı kefeye koyma” diyerek tepki göstermişti. Oysa onlar da beden işçisiydi, onları da aynı sistem sömürüyordu. Onlar da dönen çarkın dişlileri arasında eziliyorlardı tüm emekçiler gibi. Çalışma koşullarını ve sömürülme şekillerini ele aldığımızda belki de birçok işçiden daha çok onlar eziliyordu. Emekleri en fazla çalınan ve iş gücü en çok sömürülenlerdi. Kazandıkları paranın yarısından fazlası ellerinden alınıyordu. “Seks işçisi” denildi mi bunun bir feminist veya solcu söylem olduğunu söylüyorlar. Aslında bununla ilgili uzun bir cevap vermek isterim ama bu kadarla sınırlı tutayım şimdilik.

►Öykülerde yer yer mizaha da rastlıyoruz. Beni gülümseten ve düşündüren yerler oldu. Samimiyetin içerisine mizahı ve hüznü yerleştirmişsiniz. Öykülerini yazdığınız kadınlar "Yarın Yamalak"ı, okuyabildilerhep-yarim-yasamislar-sevgiyi-840787-1. mi?

Aslında mizah benim acımda da tatlımda da var. Nasıl oluyor anlamıyorum en ciddi muhabbetimin içine bile girebiliyor. Kadınlarla olan sohbetimde ağladığım, duygulandığım anlarda da gelip “Ben buradayım” diyebildi. Bu nedenle de güle ağlaya konuştuk diyebilirim. Öykülerdeki kadınlar elbette kitap haline gelmeden önce okudular. İstemedikleri bölüm olup olmadığını veya eklemek istedikleri bir şey var mı diye de tekrar tekrar sordum. Beni üzense kadınlardan birini geçen yıl kaybetmemiz oldu. Maalesef o kitabı göremedi. Benim durumumdan kaynaklı bir erteleme oldu, onun hastalığı ilerledi ve derken sadece kapak tasarımını görebildi. Kitap kapağını tasarlayan kuzenim Fahrettin Engin Erdoğan’a da çok teşekkür ediyorum.

►Seks işçilerini anlatan bir öykü kitabında gerçek sevgiyi de görebiliyoruz. Beni en çok etkileyen şey buydu açıkçası. Salt sevgiyi yoğun yaşıyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Bu soruya bilimsel bir cevap vermem zor. Psikolog veya psikiyatrist değilim. Fakat bir tiyatrocu olarak birçok kadın projesinde birlikte çalıştığım kadınların hikâyesini dinlediğim için şunu söyleyebilirim ki çocukluklarından bugüne tamamlanmayan, yarım kalan bir sevgi var. Yanlarında kim olmuşsa ya da karşılarına kim çıkmışsa hep yarım yaşamışlar sevgiyi. Şunu da fark ettim, çocukluklarında bulamadıkları sevgiyi yaşamları boyunca aramak sanki onları yaşama bağlıyor gibi. Hâlâ sevgiyi bulacaklarına dair inançları bazılarında fazlasıyla var. Doğrusu bu beni çok mutlu etti.

►Son sorum Türkiye’de kadın olmak ile ilgili. Bu tabloya dışarıdan baktığınızda neleri görüyorsunuz?

Bir günde üç kadının öldürüldüğü, tacizin, tecavüzün sayısının belli olmadığı bir ülkeye nasıl bakabilirim? Boşluğa bakar gibi bakıyorum. Tepkimi karanlık bir tünelin girişinde yapıyormuşum gibi hissediyorum. Sesim tünelin içinde kaybolup gidiyor. Sesim demeyeyim sesimiz diyeyim. Çıkıyor çıkmasına da ne acıdır ki son yıllarda tecavüzcüyü, tacizciyi ülkenin bakanı vekili koruyor. Vekilin evinde kadın sözde eceliyle ölüyor, başka bir vekil gazeteci bir kızın ölümüne sebep oluyor ve konu kapatılıyor. Korkunç olansa makam sahibi suçluların cezalandırılmasını isteyenlere ceza veriliyor. Tecavüzcü, tacizci, sapık sırtını hükümete dayamış durumda. Kadın katillerine birkaç göstermelik ceza veriliyor o kadar. Eşine şiddet uygulayanları ön kapıdan alıp arka kapıdan dışarı yolluyorlar ve bu güç veriyor diğer erkeklere. Caydırıcı cezaları bırakın, ödül gibi verilen cezalar varken maalesef her alanda her yerde duyacağız kadın ölümlerini, tacizleri ve tecavüzleri.