Ekonomik krizle birlikte, bildik klişe tekrar tedavüle sokulmuştu: Hepimiz aynı gemideyiz!

Malum, memlekette işler ne zaman sarpa sarsa egemenler tarafından dillendirilir bu deyim. İşler, -tabiî ki iktidar ve sermayenin işleri- yolunda gidiyorken hiç duymayız bu sözü. Krizde faturanın, krizin çıkmasında payı olmayan kişilere yıkılacağının ve sorumlulukların gizleneceğine dair güçlü bir işaretti bu.

Nitekim krizin sınıfsal niteliğinin ve sorumlularının gizlenmesine, faturanın halka çıkarılmasına dair işareti alanlar -en azından- gemi benzetmesinin elverişsizliğine rağmen bu üç kağıda karşı çıktılar, karşı çıktık. Haliyle iktidar ve yanaşmaları doğrudan “aynı gemide değiliz!” diyenleri, iktidarın sorumluluğunu, sınıfsal niteliğini ve krizi halka fatura etme girişimlerini eleştirenleri vatan haini ilan ettiler.

Bu benzetme üzerine yazılmadık şey kalmadı. Belki bu deyimin bir propaganda sloganının ötesine geçip, muhalefet partilerindeki dönüşüm taleplerini bastırmada kullanılan bir politik yöntem haline geldiği üzerine yazılmalı! Benim yazma niyetim yoktu. Ama dün “aynı geminin yolcuları” TBMM “çatısında” karşı karşıya geldi! İşsizlik bir genci intihar için meclisin çatısına çıkarmıştı. Genci vazgeçirmeye çalışan AKP milletvekillerinin yaklaşımı iktidarın halka nasıl baktığı yanında, sınıfsal durumu ve krizle ilişkisini, kendisini hala sağın aynasından görüp onamı orada arayanlara, bu çelişkiler üzerinden siyaset kurmak yerine siyasetsizliğe sığınanlara çok şey gösterdi. Ya da göstermeli diyelim!

Yavuz Oğhan’ın RS FM’deki programına bağlanan AKP’li vekil büyük bir alicenaplıkla (!) ayrıntıları anlattı: “hayırdır niye böyle bir şey yapıyorsun?” diye sorunca sağlık bakanlığı sınavında yedek kaldığını, sahipsiz olduğu için işe giremediğini söyleyince “gel seni bakana götürelim demişler” bakanlar da “Allah razı olsun” bu talepleri “değerlendirmeye” almışlar.

Kirasını ödeyemediğini ve “onursuz bir insan olmadığını” söyleyince “belki de duygusal davranıp, tüm borçlarını ödemeyi” teklif etmişler. Eklemişler; “para için değer mi?”. Genç, borçlarını 3-5 bin lira olarak belirtmesine rağmen “10 bin lira vereceğim” demiş. Ne yüce gönüllülük! Oğhan’ın izleyicilerden aktardığı “biz de mi meclise gidelim?” sorusunu ise; “kendimi halka adamış bir insanım… ama her işin olması söz konusu olmayabilir. ..Yeter ki bir kardeşimizin tırnağı kanamsın, servetimi harcarım…ama… İskandinav ülkelerinde bile intihar oluyor” diye cevaplamış. Erdoğan Bayraktar’ın verdiği parayı “ben dilenci değilim!” diyerek iade eden Dilek Özçelik’in davranışı ile benzerliğin hatırlatılması üzerine de; “…ben inanmıyorum ki sayın Erdoğan Bayraktar o kardeşimizin gururunu incitme noktasında…değildir” demiş. Anlaşılıyor ki yaşananlara bizim verdiğimiz anlamı vermekten çok uzak.

Kuşkusuz o anda yapılacak ilk iş ne olursa olsun intihardan vazgeçmeye ikna etmekti ve bu insani görevdi. Ancak göreceğiz ki AKP ve muhtemelen kendisini “kahraman” hisseden ve tebrikleri kabul eden vekil, iş görme tarzlarını ve sınıfsal tercihlerini değiştirmeyecekler. Ne liyakate dayalı bir personel politikası ne de krizin alt gelir gruplarında yarattığı yıkıma çözüm bulacaklar. Nitekim “10 bin liralık fatura” ile bir kişiyi intihardan vazgeçiren vekil ve çatıdaki arkadaşları belki de yüzlerce intihara yol açacak ünlü 5. Maddeye evet oyu verdiler. İntihara teşebbüs eden vatandaşımıza ise umarım “intihara kalkışmak sureti ile ekonomik güvenliği tehdit etmekten” soruşturma açmazlar!

Peki muhalefet? Tam da yerel seçimlere giderken canı pahasına onurunu korumaya çalışanlara AKP’li vekilin iş vaadi ve parasına inat, bir umut ve mücadele azmi verebilecek mi?

Benzetmeye dönelim: Hepimiz aynı çatıdayız ama kimimiz vicdanını rahatlatmak için “sadaka” vermek için, kimimiz ise intihar etmek için!