Serkan Öngel’in ilk şiir kitabı ‘Dudaklarımdaki Rüzgar’da dünya işleri, dünya halleri dolaşıyor, çünkü ‘bir sokak seni saklıyorsa senindir’ demesi hem Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, hem de aşka bir gönderme tavrı.

Hepimiz bir yolculuktan doğduk

Engin TURGUT

Gölde doğmuş bir kuğu gibi süzülerek, hayattan süzerek, damıtarak yazmış şiirlerini. Ne de iyi yapmış. Has bir Kadıköylü şair! Bu kitabı ilk kitabı gibi değil de sanki üçüncü, dördüncü kitabı gibi duruyor. Temiz pak, oldukça özenle çalışılmış, bir nehir gibi okuyanın kalbine akıyor ve resmen kalbimizde kamp kuruyor. Neden kamp kuruyor dedim biliyor musunuz? Kitabı birkaç kez daha okumak istiyorsunuz tadı damağınızda kaldığı için. Serkan Öngel’in ilk kitabından bahsediyorum. Toplumsallıkla birey olanın şarkılarını, zamansızlığın yalnızlığını hayatın öte yakasında tutarak kirlenmemiş bir Türkçe ile yazıyor olmasından mutluluk duydum. İthaki Yayınları’ndan yeni çıkan ‘Dudaklarımdaki Rüzgâr’ adlı kitabını severek okudum ve inanır mısınız hiç bitmesin istedim.

“Usta benim adım Samet
Bu adı unutma
Biliyor musun ben
Üzerime yıkılan
Tuğlalardan ördüm çocukluk anılarımı…”

Şiirlerinde dünya işleri, dünya halleri dolaşıyor, çünkü bir ‘sokak seni saklıyorsa senindir’ demesi hem Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, hem de aşka bir gönderme tavrı olsa gerektir. Hayatın, aşkın inceliğinden, kırılganlığından, var oluş ve yokluğundan taviz vermiyor. Bu güzelim ilk kitabı, Dudaklarımdaki Rüzgâr adlı kitabı hakkında en güzel yazıyı Enver Topaloğlu yazmış ve Turgay Kantürk yılların birikimiyle öyle bir kısa cümle kurmuş ki en az tam bir sayfaya bedel olmuş. Bu şiir kitabının kendine ait bir yolculuğu var ki, şaraba bulaşmış ve oradan Zywiec birasıyla Varşova sokaklarına dağılıyor şair. Chopin dinliyor, Miles Davis trompet çalıyor, geceleri ay ışığı yürüyor eski Praga’da. Serkan Öngel’in kalbi hüzün ve yoksulluğu duyumsuyor ve “dudaklarındaki rüzgâr” elbette buz tutmuş oluyor. Kitabı okurken merak ettim, acaba canım Nâzım Hikmet, Bristol otelinde mi yazmıştı ‘saçları saman sarısı’ şiirini? Bu şiirdeki tren daha Berlin’e henüz uğramadı belki ama bu yazılan şiirlerin rengi hep deniz mavisi…

“Ben şövalye değilim
Sen de soylu bir at
Yolumuz uzun Rucia
Yükümüz yoldaş.
Don Kişot’un
Sanrıları düşmanımız
Yeldeğirmenleri savaşımız.
Sen eşeksin Rucia
Ben köylü.”
Sadece yorgunluğumuz değil
Savaşımız bile bir başkasının…

Serkan Öngel’in çıkacak olan diğer kitaplarını merakla beklemek gerekiyor. Şairin zaman kavramıyla bir derdi olduğunu düşünüyorum. Şiire, aşka ve devrime sürgün bir ruh taşıyor. Mürekkebi kurumuş, belki de hiç kurumamış yangınlardan geçmesi boşuna mı sanıyorsunuz? Toplumsal bir rüzgârın, tastamam hafızanın ve hatıranın şairidir diye düşünmeden edemedim. Yakın dostlarından iyi şair Enver Topaloğlu’nun şu tespitlerine katılmamak mümkün müdür? “Öyle hesap kitap işi şiirler değil. Ama inceltilmiş, işlenmiş şiirler. Bunda zamanın imbiğinden geçirilmiş olmasının payının bulunduğu yadsınamaz. Şiirler beklemiş, yıllanmış, ancak eskimemiş. Bekleme sürecinde arıtılmış, adeta tatlanmış, fazlalıklar atılmış. Kısaca beklemek şiire yaramış.” Çok doğru cümleler bunlar. “Çünkü hepimiz bir yolculuktan doğduk” diyor Serkan Öngel!

hepimiz-bir-yolculuktan-dogduk-1016499-1.
Dudaklarımdaki Rüzgâr
Serkan Öngel
İthaki Yayınları, 2022

Sözü yere düşürmeye gerek yoktur. Portakal çiçeğine sarılarak yazılmış, ölüm ve yas biriktirmiş ince ruhlu bu şiirleri çocukluğunu kaybetmiş olanlar nasıl anlasınlar ki? Sanki biraz da onlara yazılmış bir kitap bu! Başı bulutlarda dolaşmayan, kimseye sataşmayan, bulaşmayan bu şiir kitabını çok sevdim! ‘Siperdeki’ adlı şiirini okuyan her kimse asla askere gitmek istemez. Berthold Brecht geldi aklıma ve gönlüme düştü. İmgenin, göndermenin, barış olanın kardeşliğiyle buluşmanın tam zamanıdır. Serkan Öngel bu şiirinin sonunu nasıl bitiriyor biliyor musunuz?

Dannnn dandandan dadada dan!

Bu ilk kitabında derinlere sığmayan bir serzeniş var. Direnmenin sessizliği var. ‘Yeni Bir Başlangıca Ağıt’ adlı şiiri tam bir “görülmüştür mektubu” gibi, hüzün sokaklarından geçmiş. Zaten iyi şiirler sokaklardan alıyor taze balını. “Ey mutlu kedi, hüzünlü tren” dizesi delice bir yaz gününde akşamüstü içilen “soğuk bir biranın köpüklü gülüşü” görünümünde cazibe tadındadır. Aslında bu kitabı sadece ben sevmedim ki? Bu kitabın çıkmasında emeği olan yayınevi ve editör kardeşime de selam vermem gerekiyor. Bu arada unuttuğum bir şey var. “Naz sokağına” girmeye gerek yoktur. “Salıncaklar kurun bahçesi olmayan evlere” dizesi müthiş bir şey ama bu yazımın sonunu birbirini hiç tanımayan Turgay Kantürk kardeşim Serkan Öngel için bitirsin isterim: “Bu dünyadan geçtiğini duyumsatmayan şair sözüne pek itibar etmem. Uzun zamandır budenli yalın, sakin ve usul bir iyimserlikle şiir yazma çabası içinde bir şaire rastlamadım; nasıl mutlu oldum anlatamam. Büyük lokmaların ve yaldızlı savsözlerin peşinden koşmayan, içinde yaşadığımız kaosa kaos katmayan, incelikleri daha da inceltme gayretinden çok da lezzet aldığımı söylemeliyim.”

Ben mi? Elbette muhteşem bir şiir resitali bu? Yinelemeli:

“Hepimiz bir yolculuktan doğduk…”