“Biz çok iyi bekleyebiliriz” diyen Castro, 1 Ocak 1959’dan beri bekliyor. Ama bu, oturup beklemek değildir; sabrın ve ısrarın güzelliği üretmesindeki roldür

“Hepimiz Fidel’iz” deme zamanı

MEHMET YEŞİLTEPE / mytepe1960@gmail.com

Beyninde Che’yi
Kalbinde Küba’yı taşıyan büyük devrimci
Fidel Castro şimdi 90 yaşında.
Daha dün gibiydi Nazım,
“Küba meydanında altı milyon kişi
akı karası sarısı melezi ışıklı bir çekirdek dikiyor”
diye şiirleştirmişti o kolektif güzelliği.
Yine Nazım’dan esinlenerek söylersek
Ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâğıdına
hürriyet sözcüğünü el birliğiyle yazan
Bir halkın önderinden söz ediyoruz.

Sosyalizmin görünürdeki örneklerinin çözülmeye uğradığı ‘89 sonrasında başlayan disiplinsiz, plansız ve bir yanıyla da yönlendirmeye açık tartışmalara benzer bir tartışma, bir süredir Küba için yapılıyor. Kimileri salt duyduklarıyla yetinerek, kimileri de yaptıkları kısa süreli ziyarette gördüklerinden hareketle Küba’yı, Küba’dan alınmış biçimsel kesitlerde de Castro’yu yargılıyor.

Genelde Küba’daki rejimi özelde Castro’nun önderliğini yargılamak, Karayipler’de sallanan o özgürleşme bayrağından, zorlama yöntemlerle “hanedanlık” veya “tek adamlık” damıtmak yeni bir şey değildir.

Küba’nın değeri, yalnızca hâlâ ayakta duruyor olmasından gelmiyor. Küba, devrimin hazırlığından gerçekleşme biçimine ve devamında enternasyonal diyalogu hiçbir zaman terk etmeyen niteliklerine bağlı olarak bir özgünlük taşımış; Che’nin ve Castro’nun gönüllerdeki yeri daima sıcak olmuş; tespitler de tarihsel kişilikler de şu veya bu oranda eskirken, onlar aynı canlılıkta önemini korumuştur.

Che, yoldaşı Castro’ya adadığı şiirde “Ve eğer vurulursak yürüdüğümüz yolda/biz gerillaların kemikleri üstüne/Kübalıların gözyaşından örtü istiyoruz/Amerika tarihine geçerken/İşte o kadar” demiş olsa da Küba halkından bu mütevazı talebini çokça aşan bir karşılık almıştır. Küba halkı, beraber anılmaya en çok yakışan bu iki önderi, Che ölmemiş gibi ve hiç yıpratmadan, eskitmeden, öneminin ve öğreticiliğinin bilincinde olarak bugüne taşımıştır.

Bu arada Dünya ölçeğinde halkların gönlünde zamanlar ötesi bir yer edinen Che’ye yönelik olarak geçtiğimiz günlerde Meclis Başkanı Kahraman tarafından yapılan “eşkiyalık” yakıştırması, olsa olsa bir “sınıfsal şımarıklık” olarak görülmeli ve ciddiye bile alınmamalıdır.

Küba da Castro da tartışılmaz değildir

Diğer ülke önderleri ve devrimleri gibi elbette Küba da Castro da tartışılabilir, tartışılmalı da. Ancak tartışmalar/eleştiriler, burjuva sistemlerden alınmış ölçülerle değil Küba’nın özgünlüğü dikkate alınarak yapılmalıdır. Yıllarca süren ekonomik ambargo ve abluka koşullarında örneğin önderlik, süre ile değil nitelik ve işlevle, sistem ise kapitalizmle arasındaki nitelik farkıyla ölçülmelidir.

Önderleri değiştiren veya kalıcılaştıran, ülkenin koşulları, halkın beklentileri ve önderlerin bu beklentilere yanıt olabilme kabiliyetidir. Unutmamak gerekir ki toplumun gerisinde kalan ve yol gösterici niteliğini yitiren önderler kalıcı olamaz. Örneğin Castro’nun politik yaşamı boyunca ABD’de başkanın 10 kez değişmiş olması, ABD’nin demokratikliğinin değil, olsa olsa Castro’nun önderlik niteliğinin göstergesidir.

Küba’nın kuşatılmışlığı başlı başına bir özgünlüktür. Bu tür koşullarda soyut formülasyonların ve biçimsel uygulamaların yerini işlevsel yöntemler alır; halkla beraber düşünüp karar alabilmenin, imkan çoğaltmanın araçları yaratılır. Örneğin bu, 1871’in kuşatılmış Paris’inde de böyleydi. Komün de “yanılmazlık savında bulunmuyordu. Tüm davranış ve sözlerini yayımlıyor, halkı bütün eksikliklerinden bilgilendiriyordu.” (Marks, Fransa’da İç Savaş, s.66)

Fidel, 90 yıllık bir onur ve öğreticilik simgesi

Fidel, Che’nin “Eğer son saatim beni başka bir gökyüzü altında bulursa son düşüncem bu halk ve özellikle sen olacaksın,” dediği kişidir. Devrim sonrasında, belki de dönüşü olmayacağını bildiği enternasyonal yolculuğa çıkarken, Che’nin Küba’ya dair taşıdığı, Castro’yla iç içe geçmiş bir özgüvendir bu.

Küba; Kim İl Sung’tan Fidel Castro’ya, Ho Chi Minh’ten Mahir Çayan’a uzanan birikim ve devamlılık ikliminde özel bir halkadır; bu halkada Fidel Castro, adını kalıcı ve sürekli olarak yazdırmış bir başarı öznesidir.

Mahir Çayan, Küba devrimini Marksizm-Leninizm hazinesine büyük bir katkı olarak görmüş; Fidel Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından öğrenecek çok şeyin olduğuna dikkat çekmişti.

Aradan on yıllar geçti. Yine de ABD’ye 90 mil mesafede kapitalizme itiraz ve alternatif bayrağını sallandıran, Sovyetlerin dağılması sonrasında da var olmayı ve duruşunda ısrarı sürdüren bu adayı, Mahir’in “ada”sıyla örtüştürmek veya bugün Latin Amerika’da pek çok ülkeye yayılan alternatif arayışlarına ilham olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.

Fidel, Küba’nın tüm zamanlarında rolü olan bir önderdir

Küba devrimi, başlayıp biten bir başarı, belirli tarihlere sığan bir süreç değil, yaşayan bir olgudur; sürekli bir özgünlüğü bir yaratıcılığı olmuştur. Küba, Sovyetlerin dağıldığı, maddi ve moral desteğin kesildiği dünyada da var olmayı bildi. Bu koşullarda Fidel Castro, bir devrimin önderinin nasıl olması gerektiğinin, Küba ise bir devrimin iktidarı ele geçirmekten ibaret olmadığının, uzun-zorlu ve sürekli yaratıcılık gerektiren bir sürecin kaçınılmaz olduğunun somutlanmış göstergesi oldu.

Fidel, bir liderdi ama burjuva rejimlerde rastladığımız liderlerden farklı olarak, halkla arasına yabancılaşma girmedi, aralarındaki açı büyüyeceğine kapandı. Küba’da bir iktidar vardı; ama Marksizmin bu konudaki mirasına uygun olarak “yarı iktidar, iktidar olmayan iktidar” niteliği taşıyordu.

“Hepimiz Fidel’iz” deme zamanı

“Biz çok iyi bekleyebiliriz” diyen Castro, 1 Ocak 1959’dan beri bekliyor. Ama bu, oturup beklemek değildir; sabrın ve ısrarın güzelliği üretmesindeki roldür.

Fidel 90 yaşında, kendisinin dediği gibi hayatının sonuna yaklaşıyor olabilir ama Kübalı komünistlerin fikirleri yaşamalı. Öyle ki bugün hangi ülkede olunursa olunsun, Fidel’in yaptığı gibi gerektiğinde iktidardaki zorbayı hukuksal yöntemlerle de teşhir etmeli ama yine Fidel gibi gerektiğinde en radikal yöntemleri programının bir parçası haline getirmeli.

O, mahkeme salonundan “Tarih beni beraat ettirecektir” diye haykırmıştı; aradan geçen süreçte tarih ve halklar nezdinde beraat etmekle kalmadı, zamanlar üstü bir pusula haline geldi. Bugün içinden geçtiğimiz darbeli, OHAL’li koşullarda, 90. yaşını kutladığımız Fidel, “ne yapmalının ve nasıl yapmalının” yanıtıdır.

Şimdi tam zamanı, Fidel’i Sur’da bir Kürt gibi, Soma’da bir işçi gibi, Gezi’de barikatlaşmış halk misali güncellemeli; 20. asırdan 21. asra uzanan devrimci mirası tek bir bedende özetlemeli. Bu, bir ajitasyon veya basitçe motivasyon değildir; tutsak düştüğümüzde hücremizde, yalnız kaldığımızda en ıssız yerimizde, yürürken kortejimizde, slogan atarken dilimizde Fidel olabilmeli; “Hepimiz Fidel’iz” diyebilmeli…