Hepimiz göçmeniz, hepimiz mülteciyiz!

Göçmenlik, mültecilik binlerce yıldır en dramatik insanlık hallerinden biri. İnsanlar binlerce yıldır göçüyor. Bu göç ekonomik koşulların itici ve çekici etkisiyle olduğu kadar siyasal nedenlere dayalı olarak da yaşanıyor. Göçmenlik daha şemsiye bir kavram iken, mültecilik siyasal baskı, savaş, soykırım gibi nedenlerle ülkesini terk etmek zorunda kalanları ifade ediyor. Göçmenlik, mültecilik siyasi olduğu kadar sosyo-ekonomik ve sınıfsal bir insanlık hali. Savaşlarda yoksullar ölüyor, mülteciler yoksullardan oluşuyor.

Türkiye’nin Trakya sınırlarına, Ege sahillerine yığılmış çaresiz on binlerce mülteciye bakarken unutmayalım: Hepimiz göçmeniz, hepimiz mülteciyiz. Göçmenlik, mültecilik en yaygın insanlık hallerinden biri. Kendini yerli sananların biraz daha uzak geçmişine baktığımızda göçmen olduğunu görürüz. En yerleşik olanımızda bile biraz göçmenlik var.

On binlerce yıl önce Afrika’da ortaya çıkan Homo sapiens durmaksızın göçtü. Bazen bereketli, verimli topraklara ulaşmak için göçtü. Dağlardan ovalara, sahillere, nehirlere, denizlere göçtü. Bazen soğuktan kaçarak ılıman yerlere göçtü. Bazen açlıktan, işsizlikten göçtü. Bazen kutsal topraklara göçtü. Bazen kutsal topraklardan “yeryüzü cennetlerine” göçtü. Savaşlar, soykırımlar, tiranlar ve diktatörler yüzünden göçtü.

Hepimiz göçmeniz. Nazım’ın deyişiyle bu topraklara “dört nala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memlekete” yerleşenler, çok değil bin yıl kadar önce bu topraklara geldi. Bu memleket bir kavimler kapısı. Tarih boyunca göç aldı, göç verdi. Yakın tarihte istilalar, savaşlar, sürgünler, tehcirler yüzünden büyük Kafkas göçüyle, büyük Balkan göçüyle, mübadele ile, tehcir ile yüz binlerce, milyonlarca insan bu topraklara göçtü, bu topraklardan göçtü. Mülteci oldu. Mülteci bile olamayanlar göç yollarında öldü.

Yüz binlerce insan 1960’larda ve 70’lerde bu topraklardan Batı’ya göçtü. “Almanya acı vatan” oldu. Kaçak gidenler oldu. İnsan tacirlerinin kurbanı olanlar… “El kapılarında” en alttakiler olanlar, horlananlar, itilenler, kakılanlar... “Alamancılar”, ülkenin döviz kaynağı olanlar… Ucuza ve en kötü işlerde çalışırken misafirdiler. Gün geldi “yerli” Avrupalılar kendi refahlarını onlarla paylaşmak istemedi. Aşırı sağcıların boy hedefi oldular, yük oldular. Yerli işçi yabancı işçinin, yerli işsiz yabancı işsizin rakibi oldu.

Sömürgeci göçler yaşandı. Koskoca Amerika kıtası, Avustralya göçmenlerden oluşmuyor mu? Yeni Dünya bir göçmen dünyası oldu. Bu kez göç edenler gittikleri yerlerin efendisi oldu. Yerlileri katletti, köleleştirdi. Göçle birlikte sömürgecilik de yaygınlaştı. Emperyal güçler ele geçirdikleri toprakları büyük göçlerle sömürgeleştirdiler. Etnik, kültürel yapısını değiştirdiler. Göç siyasal sebepler yanında iktisadi sebeplere de dayandı. Ticaret, sanayileşme devasa kentler yarattı, iş ve aş arayanlar, daha iyi bir hayat arayanları buralara çekti.

1840’larda büyük patates kıtlığında liberal politikaların kurbanı olan İrlanda, nüfusunun yarısını kaybetti. Açlıktan kaçanlar ABD’ye göçtü. Büyük çitleme yüzünden topraklarından olan İngiliz köylüleri kentlere göçtü. Yükselen yün fiyatları soyluların iştahını kabarttı, köylüleri topraklarından sürüp oralarda koyun yetiştirmeye başladılar. Topraksız kalan köylüler kentlere göçtü, on binlercesi açlıktan öldü. Thomas More’un “koyunlar insanları yedi” diye tasvir ettiği büyük çitlemenin hazin sonucu büyük göç oldu.

Bu ülke büyük bir göçmen ve mülteci coğrafyası; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, İzmit birer göçmen şehri. Neredeyse hepimiz göçmeniz buralarda. Sivas’tan, Erzurum’dan, Rize’den, Van’dan, Diyarbakır’dan göçtük. Beş kuşak, on kuşak öncesinden İstanbullu, İzmirli olanımız kaç kişi? Hepimiz göçmendik, hepimiz göçmeniz ve hepimiz yine göçmen olabiliriz. Hepimiz iç veya dış, ekonomik veya siyasal nedenli göçün bir parçasıyız. Göçmenlik yaygın bir insanlık hali, mültecilik ise göçmenliğin en zor hali. Zorla yerlerinden ve yurtların edilenler, göçmenlerin en çileli kesimi…

BM Mülteciler Yüksel Komiserliği raporlarına göre dünyada zorla yerlerinden edilmiş 71 milyona yakın insan var. Bunların 41 milyonu ülke içinde zorla göç ettirilenlerden oluşurken, 26 milyonu mülteci konumunda. Mültecilerin yüzde 57’si üç ülkeden geliyor. 6,7 milyonu Suriyeli mültecilerden oluşuyor. Türkiye’de ise 3,7 milyon mülteci var. Bu mülteciler şimdi bir insanlık dramı ile yüz yüze, ekonomik ve siyasal pazarlıkların konusu. Dahası “onlara 40 milyar dolar harcadık, nankörler gidiyor” veya “SGK’den aldıkları maaşları bırakıp mı gidiyorlar” gibi akıldan ve vicdandan yoksun alaycı cümleler kuruluyor arkalarından. Bir akıl ve vicdan yitimi yaşanıyor.

Oysa mültecilik hiçbir pazarlığın konusu olamayacak kadar acil bir insani sorun. Hiçbir siyasal ve ekonomik pazarlık açlıkla ve soğukla yüz yüze bırakılan o bebelerin dramını örtemez. O mülteciler çok değil on yıl önce yoksul ama istikrarlı bir ülkede yaşıyordu. Şimdi ülkeleri kan gölü ve daha yoksul. Kendileri el kapılarında. Buna sebep olanlar şimdi bu sorunu çözmek zorunda. Savaşı durdurmak, daha fazla sıvasız ve yoksul haneye ateş düşmeden, daha fazla acı yaşanmadan askerleri geri getirmek, mültecilere önce insani sığınma koşulları, sonra dönebilecekleri bir ülke yaratmak gerekiyor. “Yurtta barış, dünyada barış” siyaseti mülteciliğin de savaşın da panzehridir.