1.3 milyon vatandaşını aylardır Güneydoğu’da tanklı zırhlı kuşatmaya alan Yeni Türkiye’de “Hepimiz Jedi’yiz, hepimiz Leila’yız” diye bağıran, ışın kılıçlarıyla poz veren çocuğumsu topluluk nerede yaşadığını sanmaktaydı?

Veya Sur, Cizre, Silopi ve Nusaybin’de anaların mutfak, banyo köşelerinde havan mermisinden korumaya çalıştıkları, her sesle sıçrayan, iyileşemez yine o yaralı çocuklukla, renkli ışın kılıçları arasında milyon ışık yılı mı vardı?

Elektriği, suyu kesik, üzerinde barut bulutu tüten binaların ıslak bodrum köşelerine sığınmış ailelerin oksijen alsın diye oda oda gezdirdiği kronik hasta, yatalak yaşlılar, o fantastik-kurgu malum klişe intergalaktik hikâyenin 3D formatına neden dahil edilemez...

Ve sizce, koca koca adam ve kadınların kasklı, kılıçlı, kapüşonlu Star Wars şenliği ile ölüm maskesi takmış özel harekâtçı pozları, devletin boşalttığı sınıf tahtasına atılmış ‘cehenneme gönderme tim’ imzaları bir ülkenin ortak gündeminde şevkle nasıl yan yana gelirdi?

Yeni Türkiye’ye 1 Kasım seçimini kazandıran ve her gün kendi topraklarında alev alev tırmanan bu savaş, harabe kentler, vurulan hastane, bombalanmış okul ve barış sesini duyuramayan insan gerçeğinin önüne geçer ve dijital efektle yaratılmış bir kurmacanın ardında kalırdı.

Yoksa her gün sayısını bilmediğimiz, onlarca sivilin vurulduğu, bebeklerin anne karnında kurşunla öldürüldüğü, anaların çocuklarının gözleri önünde katledildiği, dedelerin kalp acısıyla yere yığıldığı, kapıları duvarları çökmüş ev diplerine sinmiş yüz binlerce insanımızı güvenlikçi devlet aklına uyup ‘terörist’ kabul edince..

Ülkedeki en büyük kamusal hareketliliğin pahalı marka ucuzluk günleri ve Konya’da bir kadın giyim mağazasının 1 TL’ye kaban, hırka kampanyası esnasında çevik kuvvet çağırtacak izdiham olduğunu düşünürsek...

Pekâlâ, tüketim ve haz evrenine battal bedenine geçirdiği Yıldız Savaşları sweat shirtüyle itiş, kakış, boğuş girmeye çalışan ‘piyasa toplumu’ olduğumuzu kolaylıkla söyleyebilirdik...

Ve Güneydoğu’da son altı ayın 5,5 ayını sokağa çıkma yasağı ve savaşın dinmez ölümcül uğultusu altında geçiren altı ilçede artık çığlık atarak dolaşan kadınlar, sedir altına saklanan süt içemeyen aşısız bebekleri, serin odalarda bekletilen cesetleri...

Başkanlık referandumuna giden Yeni rejim ile PKK arasındaki güç gösterisi ve şiddet yarışında ‘harcanabilir insan nüfusu’ olarak zihni tecride tabi tutardık.

Sonra konforlu, kapısının arkasındaki karanlığı, Dilek Doğan’ın katledildiği evde olduğu gibi geçirmeyeceğine kanaat getirdiğimiz emniyetli kafeslerimizde ... yaşardık.

Ayrıca her sokağa çıkma yasağı arasında denklerini sırtlamaya zorlanmış, terörden kaçmak için yollara düşmüş 300 bini geçmiş vatandaşın evini, işini, yurdunu bırakıp kış ortasında çoluk çocuk nereye göçtüğünü katiyen merak etmezdik.

Başka bir coğrafyadan gelen oryantalize edilmiş ‘insanlık manzaraları’ kadar bile ‘toplumsal’ ortak duyumuza seslenmezdi.

Güvenlik paranoyası azdırılmış, ırkçı-milli reflekslere teslim, gündelik hayatın meşru ve normal toplumsal tepkisi başka ne olabilirdi ki?

Çünkü Güneydoğu’da yaşayan Kürt vatandaşların ‘terörist halk’ gibi militer ablukaya alındığı ev ev ‘ağır temizlik’ yapıldığı devlet bilgisi kamuoyunda çok geniş destek buluyor.

Ve o ‘terörist halkın’ siyasi ve hukuki birey olduğu gerçeği ise kendi hayatında özne olma iradesi ve eyleme gücünü üstlenmekten kaçınan bu büyük sinik ‘topluluğu’ zerre kadar ilgilendirmiyordu.

Ne de olsa küresel sistemce Suriye ve Irak yeni paylaşımında diskalifiye edilen Yeni Türkiye’de neo liberal militer ‘güç’ bu kez sınırlar içinde ‘uyanmış’.

Ve ezel-ebed güç bağımlısı ‘güruhların’ bir kısmı “hepimiz Jedi’yiz”, “hepimiz Leila’yız” hedonist gösterisine çocuklar gibi katılırken, Güneydoğu’da baştan aşağı yaralı çocukluk, yanı başına düşecek havan, top mermisini kolluyordu.