Google Play Store
App Store

Yönetmen, senarist, yapımcı ve oyuncu Selim Evci, dördüncü uzun metraj filmi ‘Savrulan Zaman’ ile insanın kimlik arayışını derinlemesine irdeliyor. Hayatın akışına karşı verdiği mücadeleyi de gözler önüne seriyor.

Hepimiz savruluyoruz

Sümeyra GÜMRAH

Yönetmen ve senarist Selim Evci’nin ‘Savrulan Zaman’ filmi Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini gerçekleştirdi. Filmin festival yolculuğu devam edecek. ‘‘Hepimiz bir şekilde savruluyoruz’’ diyen Evci, filmdeki karakterin bu savrulma hali üzerinden izleyiciyi düşünmeye davet ediyor.

Yönetmen, senarist, yapımcı ve taze oyuncu Selim Evci ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

Filminizde kırklı yaşlara ulaşmış Alper’in kendini anlamlandırma çabasını görüyoruz. Bu çaba zamanın akışıyla nasıl bir ilişki içinde?

Anlamlandırma çabası, zamandan bağımsız olarak varoluşundan bu yana sorgulanan bir mesele. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde bu daha problematik bir hale geldi. Filmdeki karakterin hayatının bir evresinde bazı sorgulamalar yaptığını söyleyebiliriz. 40’lı yaşlara gelmiş, babasını kaybetmiş ve uzun bir ilişkiden ayrılmış. Bu yaşlarda, evlilik için, çocuk sahibi olmak için zamanın daraldığını da hissetmeye başlayabiliyor insan.

Modern hayatın içinde insanın kendini tek başına var edebildiği bir iklim mevcut. Bu da insanı bazen sıkışmış hissettirebiliyor. Geleneksel yaşamın yanı sıra, alternatif modern bir hayatın varlığı insan üzerinde baskı yaratabiliyor. Çok genç yaşta kendimizi evlilik içinde bulabiliriz ve hayat o yönde akıp gider. Ama bazen de bu olmaz. Karakterin bu arada kalma haline ben ‘gri dönem’ diyorum, belki bu dönem sonrasında farklı bir hayatı başlatma çabası ya da çabasızlığı onu sarabilir. Günümüz insanının çokça yaşadığı durumlar.

Bu filminizle oyuncu yönetmenler arasına girdiniz. Oyunculuk, insanı kendisiyle yüzleştiren bir alan mı? 

Kesinlikle, aslında bu filmi yazarken kendim oynarım diye yazmadım. Sonrasında oyuncu arayışları sırasında bir düşünce oluştu; belki de bu süreci deneyimlemek istedim. Hem oyunculuk hem de yönetmenlik yapmak zor gibi görünse de çekici geldi.

Sürecin içinde gerçekten zorlandım. Bir filmi yönetmek, rejiyi kontrol etmek ve aynı zamanda karakterin çizgisini korumak zordu. Ancak oyunculuğu ve oyuncuyu anlamak bir yönetmen için büyük fırsat. Bir oyuncunun yönetmenden ne beklediğini, setteki aksaklıklarda neler yaşadığını görmek önemliydi.

Şunu itiraf edeyim, zaman zaman rejiden uzaklaştığımı hissettiğim anlar da oldu, gerçekten zorlandığım şeyler yaşadım. Fakat günün sonunda, “iyi ki yapmışım” dediğim bir noktadayım. Bir daha yapar mıyım, onu bilmiyorum. Bundan sonra “oyuncu olayım, oynayayım” gibi bir düşüncem yok.

Alper karakterini zamanda savrulurken sinema perdesinde görmeye devam edecek miyiz?

Filmin dünyasına dair pek çok şey konuştuk. Ancak şunu eklemeliyim bu film aslında bir üçleme gibi. Hayatın üç farklı evresini düşündüğüm bir hikâye yapısı var. Bu arayış içerisindeki insanı bir evliliğin içinde görmek, hayatı savrulan biri olarak ele almak...

Hepimiz bir şekilde savruluyoruz. Kimimiz farkında, kimimiz değil. Savrulmamak hayatın akışında mümkün değil. Hayat, siz yaşarken başınıza gelen olaylardır, klişe bir deyişle. Bu yüzden savrulma, yalnızca Alper’in değil, hepimizin deneyimlediği bir durum. Hayatta birçok konuda çaresiziz, hastalığa karşı, zamana karşı. Filmin içinde de ölüm duygusu var; bir nevi hayatının sonunda olduğu hissi, uykuya dalma hali. Bu da sabırlı olmayı, çaresizliği beraberinde getiriyor.

Evlilik, çocuklar, aileler, başka sorumluluklar geldiğinde, aynı karakteri evlilik içinde, farklı koşullarda görmek güzel olabilir.

Dijitalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz? Yapay zekânın da dahil olmasıyla her sektörde olduğu gibi -hatta biraz daha fazla- tartışmalar ve telaşlar başladı. 

Zaman çok hızlı değişiyor, dijital teknoloji gerçekten inanılmaz. Ancak tüm bu gelişmeler varolan durum yerini başka bir şeye bırakacak kadar hızlı ilerlemiyor. Teknolojik aksiyonlar elbette önemli, fakat bir filmi iyi yapan unsurlar hâlâ insanın çözümsüz zenginliğinde ve o karanlık alanlarında saklı diye düşünüyorum. Sonuçta yapay zekânın insandan öğreneceği çok şey var hâlâ. Henüz başlangıç aşamasındayız; teknik olarak bir şeyler başarabilir, ama içerikte insan ruhunu anlaması için daha çok zamana ihtiyacı var.