Daha bir ay olmadı görüşeli. Ortak bir dost

Daha bir ay olmadı görüşeli. Ortak bir dostumuzdan (Oşin) bahsettik, en kısa sürede bir araya gelecektik. Bu ülkede bırak yarını, alınan nefes anının bile mucize olduğunu düşünemedik. Yargılanman sırasında bir muhabirin sorduğu soruyu yanıtlarken, "...bir gün bile ceza alsam giderim..." diyordun, boğazına düğümlenen acıyla. Tahammülsüzlükler, iftiralar, düşmanlıklar, tehditler, en derininden acıtmalar, kısaca gayri insani tüm hünerlerini sergilediler sana karşı. Karanlığın kör ettiği gözleriyle okumadan tahrif ettiler yazdıklarını. "Sağır duymaz uydurur" misali dinlemeden oluşturdular zihinlerinde-ki pasları. Korktular seni dinlemekten, okumaktan, anlamaktan, geri gelir diye son kalan insani kırıntıları. Onurlu, sevecen yani insan gibi insan olan sen, ruhuna tümüyle yabancı; körelmiş, soysuz canilerin, aşağılık faşist tezgâhlarını bozamazdın. O gece erken kalktın masadan, gidişini izlerken tarifsiz bir sıkıntı bıraktın geride.

"Hrant'ı vurdular" sözü çınladığında kulaklarımda; sıkıntım ateş olup içime doldu. Eskileri küle dönmeden, yeniden alevlendi yüreğimin yangısı. Aylar önce ekrana yansıyan hüzünlü bakışların doldu gözlerime, sonra "Nora" geldi aklıma; "Çutak Ba-biğ'inin" katledildiğini nasıl anlatacaklardı ona? Ya doğacak olan "Nare"! Seni tanımak için bitip tükenmeyen sorular soracak konuşmaya başladığında. Yüzüne kederin en koyusu vuran sevdiklerin, kelimelerini gözyaşlarının arasından süzerken, zorlanacaklar konuşmaya. "..."Nora'yı ve Nare'yi birlikte severken "Nora Nare hoy Nare" diye halay da tutacağım..." diyen masum coşkun sararmış sayfaların arasından ulaşacak torunlarına. O satırları okuduklarında, "sevginin cezalandırıldığı bir ülke mi(ydi) Türkiye?" diye soracaklar. Sevgilin; "Babiğiniz dostluk ve sevgi sonsuza dek bu topraklarda hüküm sürsün diye canını feda etti" diyecek.

TETİĞİ ÇEKEN 301
Daha güvenli ülkelere gidebilirdin. Seni başlarına taç yapıp, gözleri gibi sakınırlardı. Canından çok sevdiğin ülkende 'tedirgin ruh halinle' örselenmeyi, başka topraklardaki özgürlüğe yeğleyecek kadar cesurdun. "...Değişimi "Zaman"a bölüyor "Hız"la çarpıyor sonunda da "Elde var sıfır, elde var sıfır" diye hayıflanıyorum..." demiştin, Aralık sonunda yazdığın yazında. Ülkemizde değişimin dinamiğinden korkanlar, rakamların masumiyetini bozdular. Özgürlüğü, kardeşliği, bir arada yaşamayı velhasıl insani tüm duyguların dışavurumunu engellemek için, derinlerde kafa-kafaya verip, 'üçyüz' kere yasak, üstüne 'bir' tehdit eklediler, sonuç "düşünME" oldu. Bu ilkel denkleme karşı çıkan beyaz güvercinler yem olarak sunuldu karanlığın şahinlerine. Demem o ki Hrant kardeş, merminin adı ne olursa olsun, tetiği çeken aslında 301 denklemini yaratanlardı. Senin ve sen olan bizlerin elinde kalan rakamların ifade etmekte kifayetsiz kaldığı uçsuz bucaksız sevgi ırmaklarıydı.

"....Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce..." Bu satırları yazarken, ülkende, sinsi kara şahinlerce katledilen güvercinler gelmedi mi aklına? Bu katiller ki, sevgi ile ışıldayan namuslu gözlere bakmaktan ölesiye korktuklarından, pisliklerini enjekte ettikleri pençelerini kullanırlar kanlı oyunlarında. Sevgilin Rakel, bedeninin yarısını uğurlarken, acı yüklü sesiyle tanımladı oyunun bütününü: "...Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim..." Sevgiyi, kardeşliği ve barışı hedef alanların silahlarından çıkan merminin şiddetiyle onbinlerce sen olduk, yağmur çiseleri eşlik etti gözlaşlarımıza. Toprağınla buluştuğun gün yüz binlerce sendik, güvercinler uçtu sana doğru. Kanat çırpışlarının ve sessiz hıçkırıkların arasından "bu ülkede sevginin ve barışın hiç bitmeyeceğini" haykırıyordun... Her zamanki gibi söylediklerine yürekten inandık...