Mevcut değillerdi. Örtülerin altında yaşıyor ve sessizce izliyorlardı olup bitenleri. Bazen kuşkuya düştüklerinde “Biz var mıyız?” diye soruyor, “Hareket edebiliyoruz, o halde varız” diyerek rahatlatıyorlardı kendilerini. Örtülerin altında yiyor, içiyor, sevişiyor ve çalışıyorlardı. Tüm bunlar hiçlikten varlık alanına çıkabilmek için yeterli mi? “Yeterli” diye yanıt veriyorlardı, “Tüm bunları kendi irademizle yapıyoruz”. Doğru, biyolojik işlevlerde kullanabilecekleri iradeleri vardı sadece. İş toplumsal meselelere gelince sessizliğe gömülüyorlardı. İradeleri gasp edilip ellerinden alınmıştı, artık söz geçiremiyor, çıkar çetelerinin elinde yeryüzünü, yaşam formlarını yağmalamasını izlemekle yetiniyorlardı. Bu işte bir tuhaflık olmalıydı. İradeleri gün ışığına çıkıp iktidar formunda hakikat haline gelirken, onlar örtülerin altında yaşamaya devam ediyor, yiyor, içiyor, çalışıyor, sevişiyorlardı. Nietzsche irade konusunda uyarmıştı onları: “Teologların insanları sorumlu tutmak ve kendilerine bağlı kılmak için uydurdukları en sahtekâr oyun.” İktidar, özgür iradeye sahip olduklarını iki kez hatırlatılıyordu; oy kullanırlarken, bir de gasp edilmiş iradelerine sahip çıkıp talana, katliamlara karşı durduklarında. Özgür irade cezai ehliyete dönüşmüş, sadece cezalandırmaya yarıyordu. Kendi iradelerinin tutsaklarıydılar; örtülerin altında yiyor, içiyor, çalışıyor ve sevişiyorlardı.

“Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez.” Sokrates’in sözünü dinliyorlardı tabii. Örtülerin altında yaşadıklarını sorguluyor, duygularını, düşüncelerini şiirlere döküyor, birbirlerine şiirler gönderiyor, aşklarını, dertlerini, acılarını şiirlerle anlatıyorlardı. Ama yaşamlarını şiire dönüştürmek akıllarına gelmiyordu nedense. Yaşamın şiire dönüşmesi, örtünün karanlığından çıkıp varlık alanına geçmek ve gün ışığında görünür hale gelmekti. Platon’a göre ‘poiesis’, yani şiir, “Bir şeyi var -olmayıştan var- oluşa geçiren her hangi bir neden”dir. Poiesis’te bir şeyin hiçlikten varlığa, gizlenişten tümüyle gün ışığına çıkması söz konusudur. Şiir, şeyleri gizlilikten varlığa çıkaran bir açığa çıkarma tarzı; açığa çıkarma (a-letheia) olarak anlaşılan bir hakikat tarzı (Agamben, İçeriksiz Adam, Monokl). Yoktular, esameleri okunmuyordu. Hakikat olabilmeleri için hiçlikten gün ışığına çıkmaları gerekiyordu, şiire dönüşmeleri. Yunanca ‘aletheia’ (hakikat) örtünün kaldırılması demekti. Onlar, örtülerin altındaki yaşamlarının anlamını sorgulayan ama yaşamlarını şiire dönüştürememiş şairlerdi. Hedefine ulaşamadan yarı yolda düşmüş oklar. Hedefleri hayattı.

***

“Çok uzaktan atılan, hedefine ulaşmayacak olan bir ok gibi bir şey bu, ne var ki bu ok durduğunda ve düştüğünde uzaklardaki hedef titrer ve onu karşılamaya gelir”. Blanchot’nun ‘Son İnsan’ kitabındaki bu cümlesini her okuduğumda ürperiyor ve titriyorum. Attığınız ok hayata ulaşamasa bile, hayatın titreyip okunuzu karşılamaya gelmesi. Hayata fırlatılmış ok sizsiniz. Oku karşılayacak olan hayat da siz. Ok, hayata fırlatılmış bir şiirse ve hayata ulaşamadan yarı yolda düşmüşse, onu karşılamak için örtülerinizi kaldırıp gün ışığına, hiçlikten varlık alanına çıkmanız, bir hakikat olarak görünür olmanız gerekecek, yani hayatınızı şiire dönüştürmeniz. Aksi takdirde sığındığımız örtülerin altı, hedefine ulaşamamış oklar mezarlığına dönüşecek ve hayata şiirler atmaya devam edeceğiz.

***

Zenon’un paradokslarını bilirsiniz; hareket ve çokluğun imkânsız olduğunu kanıtlamak için ortaya atılmışlardı. Zenon’a göre fırlatılan bir ok asla hedefine ulaşamayacaktır. Zaman ve mekân sonsuzca bölünebilir olduğu ve atılan bir ok belirli bir anda sadece tek bir yeri işgal edeceği için ok, film karesindeki nesneler gibi durağandır. Hepimiz Zenon’un oklarıyız. Hayata fırlatılmış, fakat hedefine, yani hayata ulaşmaları engellenmiş oklar. Örtülerin altında bekliyoruz, hayatın titreyek bizi karşılamaya gelmesini. Hayat dışarıdan, yukarıdan ya da herhangi bir yönden bizi karşılamaya gelmeyecek. Ok da sizsiniz, hedef de. Bedenin örtüsü altında hayat çağıldıyor, işitmiyor musunuz? Ok ile hedefin bir ve aynı şey olduğunu fark ettiğimizde bedenler şiire dönüşecek. Ve o zaman karanlıktan gün ışığına çıkacağız ve yeryüzüne hakikat gelecek.