1990’lardan başlayıp, 90 sonlarından sonraki yıllarda futbolda yakalanan jenerasyonlarla belirli bir ivme kazanılmıştı. Bu yapının mimarları Piontek ((1990-93 dönemi), Milne (1987-94 dönemi) ve (1984-87 dönemi) Derwall’di. Kişisel birikimleriyle sağladıkları avantajlar bizim için belirli bir süre için çıkış yolları olacaktı ki oldu da.

Kendimize ait futbol metodolojisine sahip olamadığımızdan dolayı, yeni olan her şeye açık pozisyonda yakalanmaktaydık. Bazen bunun zararlarını da çok gördük. Denizli, Terim ve Rasim Kara’nın bu sürecin sonunda aldıkları eğitimlerle, bu üç yabancıdan sonra futbola beklenen değerleri katmaları beklenmekteydi.

Tabi ki kattılar ama olması gereken ile başlayıp olmaması gereken ile devam etmeleri bizim çıkış yapamamamızın en büyük nedenidir.

Futbol global bir oyundur, Derwall, Milne, Piontek, bu üç yabancı hocanın öğretileri temel de aynıydı, üçünün de farklı ülkeden olmasına rağmen, fakat ne hikmetse bizim aynı nüfus kağıdını taşıyan teknik adamların öğretileri ise farklı ve global futbol anlayışın çok dışına itilmişti. İşte burada teknik adamın mesleki algısı ve bunu uygulama ve geliştirme anlayışı devreye girmektedir. Bu süreçte ülkedeki mevcut futbol kültürü bu konuda yardımcı olabilecek düzeyde değildi, en büyük açmaz buydu. Teknik adamların donanımlarıyla bu açmazı geçmeleri Türkiye futbolunun geleceği için kaçınılmazdı. Maalesef aşamadılar…

2002-2008 arasındaki lale devri bitince “kral çıplak” olduğu anlaşıldı. 2008’den beri futbolun toparlanması asla mümkün olamadı.

O zamanlar futboldaki para bu kadar büyük değildi. Dijital Platformun dereye girmesinden sonra, futbolda amaç kayması yaşanarak; futbol amaç olmaktan çıkıp rant ve çıkar alanı haline gelmişti.

Türkiye’deki siyasetin yapısı yeniden kurgulanırken, bizimkiler de Amerika’da el öpme ve Ankara siyaseti ile ilişki hamlelerinde tabi ki geri kalmadılar.

Dünyanın en önemli teknik adamlarını göz önüne alırsak; hangisinin bir siyasi yapıyı kullanarak kendi konumunu korumaya çalıştığına şahit olduk?

Feguson, Mourinho, Wenger, Guardiola, Mancini, Aancoletti… Sıralayalım, hangisi Vatikan’a gidip el öptü, hangisi devlet başkanlarıyla kahvaltı yaptı, hangisi siyasi derin abilerle yakınlaştı lütfen söylermisiniz, hangisi?.. Hepsi sadece, ama sadece kendi işlerini yaptılar ve o yüzden bu kadar başarılılar.

Çünkü başarılı insan mesleğinin tüm unsurlarını en iyi şekilde uygulayarak, tüm verimliliğini mesleği için harcamalıdır, başarı ancak o zaman gelir.

Başarının sürdürebilir kılınması için gerçek liderlere ihtiyaç vardır. Bu liderlerin asıl görevi beraber çalıştığı insanları bir seviyede tutarak mesleğinin tüm unsurlarını benimsemelerini sağlamak ve başarıyı sürekli kılmaktır. Bunun için dış unsurlara ve ilişkilere ihtiyacı yoktur.

Diğer önemli husus ise; Futbol artık bilimsel unsurları fazlası ile kullanmaktadır ve değişim çok çabuk, ani olmaktadır; süreci takip etmek ve doğru analiz etmek için ciddi bir entelektüel yapıya ihtiyaç vardır.

Şimdi burada durmak lazım, sadece imparator için değil, tüm teknik direktörler için kırılma noktası burası, bunun içine başkanları ve yöneticileri de sokmak gerekir. Bu kadar teknik adamlarımızın ve başkanların sadece yurtiçi hedeflere kitlenmesi ve yöresel figür haline gelmelerinin tek dayanağı bu entelektüel eksikliktir.

İşte süreç burada kendini başkalaştırıp yabancı unsurları kullanmayı zorunlu kılıyor.

Bu da rant sarmalı içinde yer almak ve pay almakla beraber, bunun gerekliliğini oluşturan ilişkileri sağlamaktan geçmektedir. Futbol artık burada bir spor branşı olmaktan çıkmış, bugünkü tüm olumsuzlukları içeren küçük bir Türkiye halini almıştır.
Harcanan büyük meblağdaki paralar, yapılan statlar, TV yayın gelirleri, sponsorlar ile yaratılan rant çok büyük olmasına rağmen futboldaki başarı ve gelişim tam tersi bir eğilim göstermektedir.

…Ve kimsenin umurunda da değil, inanın buna.

57. sıra ve 4. torba…

Bunu sağlayanların, başta sayın imparator olmak üzere hepinizin eline sağlık!