Deprem ile “algı” bir arada olmaz. Hiçbir doğal afet sizin “algınıza” göre şekillenmez; zararı “algı yönetimine” bağlı olarak azalıp çoğalmaz. Eşini dostunu, yakınını, malını mülkünü velhasıl yarınını kaybeden için siyasetçinin ayak oyunlarının, destek hesabının zerre kadar değeri yoktur. Bununla birlikte doğal afetin değil ama onun neden olduğu yıkımın baştan sona politik olduğu gerçeği yadsınamaz. Politiktir çünkü en ağır kaybı yaşayan o toplumun yoksulları, sömürülenleri, yaşamına kıymet verilmeyenleridir. Varsılı sağlam zeminde, güvenli evlerde yaşarken, onun payına sırf ucuz diye hasarlı evde oturmak düşmüştür.

Muktedir oy zamanı kapı çalmasını bilmiştir ama fay hattı etrafındaki yerleşimleri taşımak söz konusu olduğunda her nasılsa sırra kadem basmıştır. Meydanlarda var gücüyle “milli irade” demiştir fakat o iradenin oluşumunu sağlayan yurttaşın düzgün bir binada oturmasını dahi temin edememiştir. Her gün akıllara zarar çılgın bir proje, devasa bir inşaat müjdesi açıklamıştır lâkin memleketin en büyük meselesi olan depreme dair bir master planı ortada yoktur. Trakya’yı ikiye bölmek, kanal yanına şehir kurmak akıllara gelmiştir ama fay yasası çıkarmak, toplanma alanlarını korumak bunca yıldır plan program arasına girememiştir.

Her büyük sarsıntı sonrasında mikrofon uzatılan uzmanların normal zamanda Saray’a çıkan yandaş bir sanatçı, muhalefete söven bir “gazeteci” ya da ekranda demokratları, solcuları hedef gösteren bir şarlatan kadar hükmü geçmemektedir. Nereden mi biliyoruz? ‘Derhal önlem alınsın, harekete geçilsin’ deyip yöneticilere ve topluma reçete sunmalarına rağmen kendilerine muhatap bulamamalarından… Şimdilerde o uyarılar sosyal medyada geziniyor ama tepkiler “a adam bilmiş yahu”nun ötesine geçmiyor, geçemiyor. Zira sorumluluk sahiplerinden hesap sormak yasak! Ne deprem vergilerinin akıbetini sorgulayabilirsiniz ne de Meclis’te verilen araştırma önergelerinin neden iktidarca reddedildiğini...

Belediye başkanından mülki amirine, bakanından milletvekiline, herkeste iki güne kalmaz bu da unutulur rahatlığı var. Onların gözünde, yıkılan evlerin yerine yenisi yapılıp acılı ailelere yardım edildiğinde sorun ortadan kalkıyor ne de olsa. Meselenin yara sarmak değil, yaranın açılmasını engellemek olduğunu kabul etmek kimsenin işine gelmiyor. O yüzden dört bir yandan “milli birlik ve beraberliğin” susmaktan, iktidara koşulsuz destek vermekten geçtiğini empoze etmeye çalışıyorlar. Halbuki sabır, metanet, kader, cennet sözcüklerinin arkasına sığınarak politik sorumluluk ortadan kalkmıyor. Bir ülke kurtarma çalışmalarının profesyonelliği ile, bu yönde kat ettiği yolla elbette onur duymalı ancak aynı profesyonellik kentleri inşa ederken gösterilemiyorsa, afetten önce hazırlıkta sınıfta kalınıyorsa enkazdan birilerini kurtarmaya çalışmak “kader” haline gelir.

Bakan dedi ya “Her şeyi devletten beklemek doğru olmaz”; nasıl önemli bir keşif yaptı kendisi anlatamam. Bu halk zaten her şeyi devletten bekliyor değil mi? Bakan bey karıştırıyor, devletten bekleyenler başkaları; iktidar kendilerini gayet iyi bilir. Mesela Kanal İstanbul güzergahında arsa kapatanlar, mesela vergi borcunu bir kalemde sildirenler, mesela iktidar belediyelerinden milyon dolarlık ihale kapanlar, tüm ailesini devlet kurumlarına yönetici yapanlar… Yandaş patronların, medya tetikçilerinin, Boğaz çetelerinin devletten beklediğinin milyonda birini beklemiyor halk. Yalnızca çalıştığı, okuduğu, her gece uyuyup sabah kalktığı mekânların “güvenli” olmasını, başına yıkılmamasını talep ediyor. Bunu “lüks” olarak gören kim varsa işgal ettiği koltukta bir gün dahi oturmaması gerekir.

Riskli yerleşim alanlarının taşınması ya da kamu binalarının gerçekten depreme hazır hale getirilmesi talep edildiğinde maliyet hesabı yapanlar Saray’ın bitip tükenmeyen harcamalarına, Bakanlıklara ve Diyanet’e verilen ek bütçelere, savunma harcaması adı altında yapılanlara, Suriye’de ve başka coğrafyalarda kamu kaynağıyla finanse edilen yabancı milislere baksın. Ve karar versin hangisi yaşamsal, hangisi öncelikli… Yeni Osmanlı düşleri mi yoksa bu topraklarda insanca yaşayabilmek mi?

Muhalefet farklı siyasi görüşlerdeki yurttaşların “tasada ve kıvançta beraber olmasını” öne çıkarmayı tercih ediyor. Elbette bir toplum acısını ve sevincini ortaklaştırdığı ölçüde toplumdur. Ancak o ortaklaşmayı muktedirden hesap sorma yönüne sevk etme görevinden kaçmak topluma iyilik yapmak değil, ona bilâkis sırtını dönmektir. Bilime karşı düşmanca bir tavır takınan, rantçı çevreleri memnun etmek için tüm politik imkânları kullanan, milyonlarca insana “isteseniz de istemeseniz de” diyen bir iktidara tam da yok saydıkları eşitsizlikleri merkeze alarak meydan okumak gerekir. Böylesi bir politik hat “algıya” bel bağlayanlara somut gerçeklikle, yakıcı ve acil olanla itiraz etmek demektir. Ezcümle halktan yana olmak, tarafını belli etmek demektir.