Gösterime Biz adlı bir film girince, akla ister istemez Sovyet yazar Yevgeni Zamyatin’in distopik romanı Biz geliyor. Zamyatin’in romanında, bireyliğin hem olgusal hem de kavramsal düzeyde ortadan kaldırıldığı bir dünya anlatılıyordu. Jordan Peele’in filmindeyse, insanların yerlerine geçmeye çalışan bire bir kopyalarıyla savaşı üzerinden, üst-orta sınıf bir siyahi ailenin merkezde olduğu bir ‘ABD eleştirisi taslağı’ izliyoruz. […]

Gösterime Biz adlı bir film girince, akla ister istemez Sovyet yazar Yevgeni Zamyatin’in distopik romanı Biz geliyor. Zamyatin’in romanında, bireyliğin hem olgusal hem de kavramsal düzeyde ortadan kaldırıldığı bir dünya anlatılıyordu.

Jordan Peele’in filmindeyse, insanların yerlerine geçmeye çalışan bire bir kopyalarıyla savaşı üzerinden, üst-orta sınıf bir siyahi ailenin merkezde olduğu bir ‘ABD eleştirisi taslağı’ izliyoruz.

Gerçi film Borges’in kendisine rastladığı Öteki adlı tekinsiz öyküsünden de epey etkilenmiş gibi görünüyor -küçük kız aynalı labirentte (ayna ve labirent: Borges’in çok sevdiği ve sürekli kullandığı imgeler) ‘öteki’sine rastlıyor- ama Peele’in Zamyatin’den daha çok etkilenmiş olabileceğini düşündüren unsurlar var. Örneğin ‘benzer anne’nin ‘asıl anne’ye anlattığı, ‘bir kız ve gölgesi’yle ilgili hikâye; kız ile gölgesinin birbirinden hiç ayrılmadığı, ama kız lezzetli yiyecekler yerken gölgenin çiğ çiğ tavşan yediği, Noel zamanı kız güzel ve yumuşak hediyeler alırken gölgesinin keskin ve soğuk şeylerle oynamak zorunda kaldığı epey karanlık bir masal. Zamyatin’in Biz’inde şöyle bir pasaj var: “Diyelim ki size, gölgenizin sizi görebildiğini, daima görebildiğini söylediler. Anladınız. Ve birden kollarınızın başkasının kolları olduğu, yolunuza çıktıklarına dair garip bir duyguya kapıldınız… İşte ben de kendimi birdenbire kollarımı adımlarımdan ayrı, uyumsuz, salağın teki gibi sallarken buldum. Ve aniden, mutlak surette arkanıza bakmanız gerektiğini hissediyor ama bakamıyorsunuz, bakmanız imkânsız çünkü boynunuz mengeneye sıkıştırılmış. Kaçtım, var gücümle koştum ve sırtım gölgemin peşimden geldiğini, var gücüyle koştuğunu ve ondan saklanacak hiçbir yer bulamayacağımı hissetti…” (Çev: A. Sezgintüredi, Versus, 2011)

Zamyatin’in Biz’i ‘We’ olarak çevrilir çünkü bu ‘biz’ öznedir. Peele’in Biz’i ise ‘Us’ şeklinde yazılıyor, çünkü bu ‘biz’ özne değil nesnedir. Ama Peele’in 1986 ile 2018 arasında bağ kurduğu filmin adı ‘US’ – ‘United States/Birleşik Devletler’- olarak da okunabilir: ‘80ler Reagan zamanıydı, ama aynı zamanda Afrika’da açlığa karşı mücadele için “We are the World” konserleri ve filmde de özel bir yeri olan Hands Across America etkinliğinin düzenlendiği, ilk siyahi astronotun uzaya çıktığı, Martin Luther King’in doğum gününün tatil ilan edildiği, Carl Lewis’in olimpiyatları ve Cosby Ailesi’nin televizyonu salladığı yıllardı. Sonra her şey alabildiğine tuhaflaştı, koca ülke dünyayı etkileyecek düzeyde derin bir bipolar bozukluk sergilemeye başladı: ‘89’da Reagan’ın sağ kolu ve eski CIA yöneticisi Bush başkan oldu, sonra liberal ‘68li Clinton, sonra muhafazakâr oğul Bush, sonra liberal Obama, sonra ultra-muhafazakâr Trump… Filmde özellikle vurgulanan Yeremya 11:11 ayeti de bu geriye düşüşlerin altını çiziyor sanki: “Rab, ‘Kaçıp kurtulamayacakları bir yıkım getireceğim başlarına’ diyor, ‘Bana yakarsalar da onları dinlemeyeceğim.“ Peki neden? Tanrı onları Mısır’dan çıkarıp esaretten kurtardıktan sonra, yine putlara tapınmaya başladıkları için…

Film sanki karalama aşamasını geçip asıl tabloya dönüşememiş gibi göründüğünden ‘ABD eleştirisi taslağı’ diyorum. İşin hem sınıfsal boyutu -yeraltında, cezaevi gibi bir yerde, ranzalı koğuşlarda yaşamak zorunda bırakılmış klonların hak mücadelesi- hem de ‘yeraltındaki Amerika/gölge Amerika/toplumsal bilinçdışında bastırılanın geri dönüşü’ konusunda yönetmen sanki bir şeyler hissediyormuş ama tam ismini koyamıyormuş, bu yüzden de şiddet ve aksiyonda boğuluyormuş gibi görünüyor. Ama Peele’in takipçisi olmakta fayda var; gelecekteki filmlerinde o hissettiği şeylerin ismini de koyar belki.