Her gün çare bulunan hastalıklar

Doç. Dr. Çağhan KIZIL

Her hastalık, doğal olarak insanı korkutur. Bu nedenle, yaygın görülen hastalıkların tedavisine yönelik bir çalışmanın sonucu, gazeteler ve sosyal medyada oldukça geniş yer bulur. Neredeyse her hafta bir hastalığın çözümüne ulaşıldığına dair bir haber okuma şansınız vardır. Bu haberlerin bazıları umut ışığı taşıyan çalışmaların bilgisini içerir ancak büyük bir kısmı ne yazık ki bilimsel değeri yüksek olmayan bilgilerin büyük söylemlere dönüştüğü haberlerdir. Bunlar, çoğu zaman uzun vadede umutsuzluğu besler.

Bilimsel makalelerin amacı, araştırmacıların, çalışmalarını meslektaşları ve toplumla paylaşmalarıdır. Bilimsel yayınların okuyucu kitlesinin merkezinde, konunun yetkin araştırmacıları bulunur. Bu merkezin çevresinde, araştırmaların çok azının bilgisine ulaşma şansı olan, toplumun diğer kesimleri vardır. Örneğin biyomedikal ve doğa bilimleri alanındaki en kapsamlı veritabanı olan Pubmed’de 29 milyondan fazla makale bulunmaktadır (www.pubmed.gov). Bunların 830 binden fazlası klinik ilaç denemesidir. Alzheimer alanında yayınlanan makalelerin sayısı 106 binin üzerinde, kanser alanındaki yayınlar ise neredeyse 3.9 milyon civarındadır.

Bilimsel gelişmeler, sanılanın aksine küçük adımlarla yapılan ilerlemelerdir. Büyük değişimlerin ortaya çıkması uzun yıllar alır ve kendinden önceki belki binlerce yayının ürettiği bilginin yardımıyla gerçekleşir. Belli koşullarda üretilen bilimsel bilginin daha karmaşık koşullara adapte edilebilirliği, o bilginin genel geçerliliğini belirler (deneysel bir modelde istenilen etkiyi veren bir ilacın insanlarda da beklenen etkiyi verip vermediğinin belirlenmesi süreci olan klinik araştırmalar buna örnektir). Dolayısıyla, her bir yayın bilgi dağarcığımızı biraz arttırır, bazı yayınlar daha çok arttırır. En provokatif yayınlar, yeni bir fikri ve bakış açısını bilimsel olarak ele alan ve sunan makalelerdir.

Bir bilimsel yayının ön değerlendirilme süreci vardır. Kendine has sorunları barındırmakla beraber, bu süreç, yazarların dışındaki bilim insanlarının o çalışmanın kalitesini, güvenilirliğini, bilimsel sonuçların doğru analiz edilip edilmediğini ve çıkarımların yapılan deney ve çalışmalarla uyumlu olup olmadığını kontrol etmesini içerir. Çoğu alanda bu kontrol süreci, yayından önce gerçekleştirilmektedir. Yani bir yayının alan dergisinde kabul edilmesi, o yayının birkaç uzman tarafından değerlendirildiğine işaret eder. Fakat buna rağmen bilimsel yayınların kesinliğinden bahsedilemez. Bunun bir nedeni, çalışmaları değerlendiren bilim insanlarının yetkinliği ve objektifliğidir. Daha az eleştirel olan değerlendirme süreçleri, eksikleri ve muğlaklıkları olan araştırmaların yayınlanmasına olanak tanıyabilirken ana amacı kar etmek olan bazı dergiler bilimsel güvenilirliği ikinci plana iten yayın politikaları izleyebilir. Yani, bir bilimsel yayını ilk günden değerlendirmek ve bilimsel değeri hakkında yorum yapabilmek neredeyse imkansızdır. Hele ki herhangi bir fikri bilimsel temele dayandırmayan ve verileri açıkça paylaşmayan bir iddianın güvenilirliğinden bahsetmek mümkün değildir.

İlaç şirketleri ve özel kuruluşlar bile, büyük oranda klinik çalışmalarını kamuoyuna sunmakla yükümlüdürler (www.clinicaltrials.gov). Örneğin, Alzheimer için günümüzde 600’den fazla kilinik deneme vardır ve bunların verileri incelemeye açıktır. Bir ilacın gelişmişlik düzeyi, bu verilere bakarak anlaşılabilir. İlaç geliştirme potansiyeli taşıyan bir bilimsel gelişme, ilk önce farklı modellerde denenip geçerliliği tanımlanır. Daha sonra çeşitli canlılarda efektif uygulama metodları ve güvenilirlik analizi yapılır (pre-klinik araştırmalar). Daha sonra insanlarda denemelere başlanır (1. faz). Güvenlik ve yan etki analizinden sonra büyük gruplarda denenerek onay alma aşamasına gelir (2. ve 3. faz; piyasadaki ilaçların izlemesi ise 4. faz). Bu süreç, 10-15 yıl civarındadır. Yani, ilk aşamadaki bir ilacın hastalığı tedavi ettiğine dair bir iddia doğru olamaz. İkinci olarak, her tekil çalışma, bir önerme yaratır. Bu önermeler ve sonuçlar, farklı araştırmacılarla ve farklı koşullarda tekrar edilebildiği oranda kabul görür. 2016 yılında 1500 bilimsel yayın üzerinde yapılan bir araştırmada, dünyanın prestijli bilim dergilerinde yayınlanan bu çalışmaların %70’inin başka araştırmacılar tarafından tekrarlanamadığı görülmüştür (http://tiny.cc/zec49y). Dolayısıyla, bilimsel alanda bile bir bilgi kirliliği ve tekrarlanabilirlik sorunu mevcuttur. Dürüst bilimsel çalışmalar, yapılan deneyler sonucunda çıkan bilginin en objektif yorumunu sunan ve diğer araştırmacılar tarafından atıf yapılan, tekrarlanabilen çalışmalardır.

Türkiye’de bilimin haberleştirilmesi aşamasında önemli eksikler vardır. Tıpta ilaç geliştirme çalışmaları oldukça ilgi çekerken deneysel bir sonucun abartılı anlatımı, hastalığın çözümünün bulunduğu yanılgısına sebep olur. Oysa ki bilim insanları, deneysel metodlar ile hipotez yaratırlar. Örneğin, Alzheimer alanında, bağışıklık sisteminin sinir hücreleri üzerindeki negatif etkilerini ortadan kaldırmak, farede hastalığın gerilemesini sağlamıştır. Ancak bunun insanda tedavi imkanı sunup sunmayacağını zaman gösterecektir. Bilimde klasik bir sözdür: fikirler ucuzdur, mesele onları kanıtlamaktır.

Peki bir haberin gerçekçi olup olmadığına nasıl bakabiliriz? Birincisi, bulgular, saygın bir bilimsel bilgi üretim sürecine sahip olmalı, bilimsel dergilerde yayınlanmalı, başka araştırmacılar tarafından atıfta bulunulmalıdır. İkincisi, iddianın dilidir. Özellikle kar amacı güden çalışmaların ve kişilerin algıyı belirlemek için marjinal ilerlemeleri çığır açmış gibi gösterdiklerine tanık oluruz. Bu nedenle, herhangi bir iddianın toplumla paylaşılması aşamasında dürüst ve sorumluluk sahibi bilim insanlarının ve habercilerin rolü büyüktür. Sonuçta, hastalıkların çözümüne umut sağlayabilecek çalışmaları toplumla paylaşırken hayal tacirliğine düşülmemelidir.