Aksel, yaşadığı kentlerin öykülerine etkileri için, “Toplumsal olan her şeyi varlığımıza katıyor. Bizler de toplumsal bellekleri hep birlikte üreten kahramanlarız. Çok derin, karşılıklı bir ilişki bu” diyor

Her kahraman illaki bir şeyler hatırlatıyor

KADİR İNCESU

Sevgi Can Yağcı Aksel’in ilk kitabı ‘Kapıya Not Bıraktım’ Ayizi Kitap tarafından yayımlandı. Kitapta 33 öykü yer alıyor. Ankara Üniversitesi DTCF Hungaroloji mezunu olan ve Macar edebiyatından çeviriler de yapan Sevgi Can Yağcı Aksel ile öyküleri üzerine söyleştik.

■ İlk kitapların önemli olduğunu düşünüyorum. Çoğu zaman 20’li yaşlarda çıkarılır ilk kitaplar. Bazıları, ilerleyen yıllarda pişmanlıkla anılır. Çoğu zaman da unutulur gider. Sizde durum nasıl gelişti?

20’li yaşların sonlarında Macar edebiyatından çeviriler yapmaya başladım. Çevirilerin öykülere giden yolda ilk adımlar olduğunu düşünüyorum. Bir yazarın zihnine dalıp onu dilinize aktarırken sarf ettiğiniz yaratıcı emek, başlı başına bir yazma serüveni aslında. Bu çaba kendi cümlelerimi kurmam konusunda beni eğitti, eğitiyor sanırım. 30’larımda ufak ufak yazmaya başladım, bu arada edebiyat derlemeleri, akademik yazı çizi işleri derken yazma halinin farklı konumlarını da deneyimleyerek 40’lara geldim. Pişmanlık duyacağımı sanmıyorum, pişman olacağım yaşları biraz geçmiş olabilirim. Unutulup gitmesi olasılığından da korkmuyorum. Unutulması, yazılmış olduğu gerçeğini yok etmeyecek. Sonrası kitabın kendi yolculuğuna ait benden bağımsız bir serüven.

■ Öykülerinizde Macar edebiyatının önemli isimlerine de rastlıyoruz. Bu isimlerin, özellikle de kısa öykülerini çevirdiğiniz Istvan Örkeny’nin yazmanıza bir etkisi oldu mu?

István Örkény bence bu dünyadan geçmiş en büyük yazarlardan biri. Ondan etkilenmemek ne mümkün! Yalnızca yazıma değil, hayata bakışıma derinden sızmış bir yazar. Gündelik yaşamda gördüğüm beni gülümseten her absürt durum, sıradan akışın gizlediği her keskin, iç acıtan gerçeklik bana onu anımsatıyor. Anlam vermesi güç şeylerle karşılaştığımda ‘István Örkény öyküsü gibi’ derken ve hem ağlayıp hem gülerken buluyorum kendimi. Onun dışında Péter Eszterházy yine Orta Avrupa’nın eşsiz ve çok erken göçmüş bir usta kalemi. Attila Jozsef zaten Macar şiiri deyince ilk aklımıza gelen isim. Her biri ve özellikle kitabın Macar Biberi adlı bölümünde adı geçen diğer isimler bende büyük izler bıraktılar.

■ Yaşadığınız şehirlerin öykülerinize olan etkileri neler?

Yaşadığımız kentler toplumsal olan her şeyi varlığımıza katıyor. Bizler de toplumsal bellekleri hep birlikte üreten kahramanlarız. Çok derin, karşılıklı bir ilişki bu. Benim için Budapeşte her zaman şaşırtıcı, gülümseten, tarihine, insanının varoluş ve direnme gücüne hayran olduğum, belki kendiminkinden kaçıp sığınıp soluklandığım koca bir gezegen gibi. Ankara ise geçmişim. Hâlâ çok tanıdık bir yanıyla ama çok da hızlı değişen ve bu hızlı ve biçimsiz değişimiyle hüzünlendiren bir kent. O yüzden aynı kalmasını istediğim ve de yok olup gitse de bir zamanlar var olduğunu haykırmak istediğim şeyler öykülerimde de belirivermiş sanırım. Kentsel dönüşümün İstanbul’daki korkunç manzaraları bizim sokaklarda da görünmeye başladığı için huzursuzum. Tunalı’daki Dost Kitabevi’nin o boşluğu örneğin, sokağından her geçişimde içimi acıtıyor. Ya da Kıtır’da bir bira içip soluklanmak, lise yıllarımdan bugüne oturup zamanı seyretmek gibi… Bu tanıklığın, sokaklarda olmanın kendisi de bir sürü yeni anılar, esin veren anekdotlar kazıyor zihnime.

■ Öykülerinizin bir görünüp, bir kaybolan kahramanları salyangozlar… İlk anda sakinliğin, ağırlığın ifadesi gibi düşünülse de mücadele, inat ve direnmenin simgesi olarak da değerlendirilebilir. Sizdeki karşılığı nedir salyangozun?

Tam da söylediğiniz gibi, naif ama inatçı. Kırılgan ama dünyasını sırtlanıp taşıyacak kadar tek başına. Aheste ama hep yollarda. Varlığından güzel izler bırakıyor. Çok zarif, tek başına da çi leşirken de, çıplak çıplak süzülürken de, arta kalan kabuk haliyle de. Güzel yaşayan güzelim canlılar…

■ Sanatçının yaratısına farklı yorumlar getirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu bence kurmaca bir metin için bir başarıdır. Farklı yorumlanabilmesi, okuru özgürleştirmesi, ona tarifler dayatmaması…

■ Yazar, yaşamından da esinlenir elbette. Yaşanmışlıklar ve kurgu arasındaki dengeyi nasıl sağlamalı?

Yaza yaza bir şekilde sağlayacaktır. Yazılmış olanları okudukça bu konuda kendi tercihlerini, dozunu ve üslubunu saptayacaktır. Yazmak okudukça gelişiyor. İşin başka bir boyutu da var, kimi yazarlar epey bir zaman sonra, belki kendince rüştünü ispatladıktan sonra kişisel yaşantılarını ‘açık eden’, yapıtlar yazmaya kalkıyor, kimileri deneyimlerle yolun başında hesaplaşıp giderek kendini kurcalamaktan sıyrılıyor. İşin kültürel bir yönü de var, bazı toplumlar travmalar, izler konusunda daha konuşkan; özel-kamusal alan sınırları daha geçişken. Bazıları bireysel olanı saklı tutmak konusunda daha kurallı. Edebi gelenekler de ‘denge’den ne anlayacağımızı biraz belirliyor olabilir.

■ Genelde kurgusal metinlerde isimler de değiştirilir. Ural Armay ismini görünce…

Başka isimler de var değiştirmediğim. Ural Armay’ın adının geçmesine gerçekliğin kurmacaya sızması diyelim. Sinemada da yok mu? Yeni dalga filmlerinde örneğin belgesel parçacıkların kurmacaya anlatıyı güçlendirmek için eklenmesi. Bu ilişkisel hali sinemada da edebiyatta da seviyorum. Gerçeklik ve onun çok açılı hali üzerine düşünmeye olanak sağlıyor. Benim kitapta fotoğra ı bir öykü var örneğin. O da bu ilişki üzerine bir deneme gibi. Denedim yani. Ne kadar başarabildim bilemem.

■ ‘Yeşil Miydi, Mavi Mİ’ öykünüzdeki, “Görmek istediklerini görmek için taşıdığın fotoğraf makinesi boynunda, duymak istediklerini duymak için seçtiğin şarkılar kulağında” tümcesini okuyunca sormak kaçınılmaz oldu: Unutmak istemediklerinizi hep hatırlamak için mi yazıyorsunuz?

atırlamak için mi yazıyorsunuz? Düşünüyorum da belki tam tersi. Unutmak istediklerimle ilgili bellekte çok yer tutan kayıtları kurcalıyor olabilirim. Yeniden yorumlayarak, mizaha başvurarak yeni bir anlama dönüştürmek için... Belki de tam söylediğiniz gibidir. Ya da yalnızca olup biteni betimlemeyi sevmişimdir. Gezegen keşfeden karasinekler, ağlayan domates suları, aşık kadınlar, kaçak çorap tekleri, 12 Eylül çocukları, her bir kahraman illaki bir şeyler hatırlatıyor ya da hatırlıyor, nedir dertleri ben de tam olarak bilmiyorum. Yazdım gitti diyelim.

her-kahraman-illaki-bir-seyler-hatirlatiyor-529230-1.