Eylül güzel mevsimdir… Acaba mevsimdi mi demeli? Zira bu pandemi salgınının ikinci dalga beklentisi bu güzelim sonbaharı tedirginlikle karşılamamıza neden oldu. Ülkenin gündemi zaten malum. Siyasetin bir bilim dalı olduğu unutulup sadece iktidar olmaya yönelik her türlü yalanı dolanı, şiddeti, hileyi, adam kayırmayı, çıkar sağlamayı dini duyguları sömürmeyi marifet sayan bir politikaya evrildiği günden beri ne tadımız kaldı ne de tuzumuz.

Eskiden en fazla bir partiye ait olma duygusu kısaca aidiyet diyebileceğimiz az çok masum bir particilik vardı… Şimdi aynı ülke içinde yaşayan ama birbirinin gözünü oymak için fırsat kollayan fanatikler haline getirildik. Özellikle vatandaş demedim. Zira hiçbir ülkenin vatandaşı, ülkesinin kurucusuna hakaret etmez, onun zaferlerini görmezden gelmez, anısına saygısızlık etmez hele hele kabristanında sloganlar atmaz.

Bir ülkenin vatandaşı olabilmek için yazılı kurallar, kanunlar kadar yazılı olmayan kurallar ve kanunlar da vardır. Ve de kanımca bunlar daha önemlidir.

Eğer ortak bir tarihten -resmi tarih değil-söz edemiyorsak, ülkenin vatandaşlarını etnik kökenlerine, ana dillerine, mezheplerine siyasi görüşlerine göre ayrıştırıyorsak ve üzüntülerimiz, sevinçlerimiz ortak bir paydada buluşmuyorsa vatandaş değil sadece o ülkede ikamet eden insanlar oluruz.

Son yıllarda sosyal medyanın da hayatımıza girmesiyle bu çözülme daha da belirginleşmeye bu mesafe daha da açılmaya başladı. Bu da hepimizi daha mutsuz, daha öfkeli, daha sinirli ve daha saldırgan bir hale getirdi.

Son zamanlarda çok sevdiğim sanatçı arkadaşlarımın yaptığı paylaşımlar ve de sanatçı arkadaşlarım aleyhine yapılan paylaşımlar yıllardır cevap aradığım bir soruyu tekrar gündemime getirdi… Sanatçı topluma örnek mi olmalıdır?

Örnek olacaksa hangi kesimine örnek olmalıdır? Bence buna hiç gerek yok. Sanatçı niye topluma örnek olsun? Eğer böyle anlamsız bir çabanın içine girerse ne herhangi bir eser üretebilir ne de o ürettikleri eser olur… Özellikle bizim gibi baskıcı yönetimlerde sanatçı bir de kendine durumdan vazife çıkartırsa geçmiş olsun ona.

Mazhar Alanson benim yakın bir dostum değil. Hatta samimi arkadaşım bile değil. Bir kez bile oturup çay kahve içmişliğimiz bir telefonla dahi olsa halimizi hatırımızı sormuşluğumuz yok. Tamam iktidara yakın olması, Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü’nü alırken çocukça hareketler yapması yadırganabilir. Ama ülkemizin en önde gelen söz yazarı ve bestecisi olduğu gerçeğini değiştirmez ki bu. Yani siyasi görüşleri, zaman zaman garip açıklamaları, şarkılarının -gerçek ya da kurmaca - hikâyeleri bizi üzebilir, kızdırabilir, hüsrana uğratabilir, kendisinden soğutabilir ama ‘Bodrum Bodrum’, ‘Güllerin İçinden’, ‘Benim Hala Umudum Var’, ‘Yandım’, ‘Sanatçının Öyküsü’, ‘Buselik Makamına’, ‘Gözyaşlarımız Bitti Mi Sandın’ gibi şarkıları Mazhar yazmadı mı? Bu şarkıların ve de MFÖ’nün ne suçu var ki Bodrum konserinin iptal olması böylesine bir sevinç dalgası yarattı. Ben özellikle pandemi yüzünden tek bir konser bile verebilmenin zorluğunu düşündüğümde müzisyen ve oyuncu dostlarımın bazılarının açık açık, bazılarının bıyık altından gülmelerini anlamış değilim. Başkalarının yanlışları ve başarısızlıklarıyla kendimizi mutlu ve önemli hissetmeyelim.

Belki hatırlarsınız yine bu köşede Cumhurbaşkanımızın Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e yönelik “sanatçı müsveddesi” lafını eleştirmiş, her iki değerli sanatçımızın da bir televizyon programındaki konuşmalarında yanlış anlamalara sebep olacak cümleler sarf etmeleri onların dev iki sanatçı olmaları gerçeğini değiştirmeyeceğini söylemiştim. Ve de böyle bir açıklamanın Cumhurbaşkanı’na daha çok yakışacağını da buradan yazmıştım.

Mazhar siyasi olarak seçimini benim hiç kabullenemediğim bir yönde kullandı. Kendi bilir. Ne demiş Nietzsche: “Her Seçim Bir Kaybediştir.” Evet bence de öyle.

Biraz önce bahsettiğim gibi Mazhar ile tanışıklıktan öte neredeyse bir bağımız yok. Ama Mazhar-Fuat-Özkan yaptıkları şarkılar sayesinde en yakın dostlarım.