Mark Wolynn’in ‘Seninle Başlamadı’ kitabından:

“Yaşamlarımız boyunca devamlı olarak yeni beyin hücreleri üretiriz. Bu yeni gelişen hücrelerin çoğu hipokampüste yer alır. Doidge, “Farkındalığa ulaştığımızda, nöronlarımızda davranışlarımızı etkileyen genleri değiştirebiliriz.” diye belirtir.

“Bir gen etkinleştirildiği zaman, hücrenin yapısını ve işlevini değiştiren yeni bir protein üretir.” Doidge’nin açıklamasına göre, bu süreç yaptıklarımızdan ve düşündüklerimizden etkilenir. “Genlerimizi şekillendirebiliriz böylece beynimizin mikroskobik anatomisi de şekillenir.”

Rachel Yehuda şöyle der; “DNA’nızı değiştiremezsiniz ancak DNA’nızın işleyiş biçimini değiştirebilirseniz bu da bir anlamda aynı şeydir.”

Travmadan tamamen yoksun bir yaşam olmasının ihtimali, son derece düşüktür. Travmalar uyumaz ancak sonraki nesillerin çocuklarında çözümlenmek üzere verimli zemin aramaya devam eder. Neyse ki insanoğlu dayanıklıdır ve birçok travma çeşidinde hızla iyileşme kapasitesine sahiptir.”

Şimdi, birinci olarak; son yirmi senede yaşanılan süreç içerisinde, biz insanları etkileyen her alanla ilgili beynimiz için yeni bir hücre üretildiğine inanmıyorum ki; nöronlarımızdaki statik durum davranışlarımızı etkileyen genlerimizde en ufak bir harekete neden olamadı.

İkinci olarak; buna rağmen travmalarımızda düşkünlük çok şükür yaşanmadığı gibi, artarak ve kabullenerek hatta arsızlaşarak devam etmektedir. Bu bizim insanoğlu sıfatımızdan dolayı hani dayanıklı olmamızdan mı kaynaklanıyor? Yahut hafif saflığımızdan mı? O da çok net belli değil.

Ha, insanoğlu dayanıklı olabilir ama bu bizi ne kadar etikler onu bilemem.

Gelecek nesillere nur topu gibi hiç kullanılmamış paketinde bir sürü travma bırakarak, onları meşgul edeceğimiz için mutlu olmalıyız! Öyle başa çıkılacak cinsten de değil hani…

Tabii, siyaset neyse ekonomide, sanatta, sporda aynıdır. Hepsi ortak yerden beslenir ve farklılıkları kendi disiplinleri içinde özgürlüğü kazandığı zaman ortaya çıkar. Fakat, hangi disiplin olursa olsun, bağımlı ve biat misyon içinde kalan alan hiçbir şekilde bir gelişim ve üretime talip olamaz. Burada kişisel çıkarlar başlar ve mutlu bir azınlık için alan bertaraf edilir. Kendi alanım olmasının yanında, bertaraf edilen ve içi boşaltılan hatta tarumar edilen alan olduğu için ve insanoğlunun hücresel bağımlılığını anlatan en iyi alan olduğu için futbol ile devam etmek istiyorum.

Beynimiz için yeni hücre üretilmesi durdu durdurmasına da, futbol ile ilgili konuşmayı ve herkesin futbolu bildiğini sanmasına dair genin işleyiş biçimi bir türlü engellenemedi. Buradaki nöron ‘sakat’ olmasına rağmen arsızca hareket ediyor.

İşte bu bilgi sorununa rağmen oluşan arsızlık, futbol konusunda toplumun büyük çoğunluğu ‘hem kekeme hem geveze’ konumuna sokuyor maalesef…

Siyasetin egemenliğindeki futbolun son yirmi senesi, futbol adına ortaya bir sürü yeni cesur (!) insan figürleri çıkmasına rağmen, bu güruh içinde hiç kimsenin bir şey üretemeyip-çıkıp ‘mış’ gibi yaparak, kulüp kaynakları sayesinde yarattıkları rant kurgusu içinde geçti. Bu noktada artık duyarsızlığı ve saflığı aşan ince bir kırmızı çizgi var.

Bu kör duyarsızlığı rağmen, gerçekleri ortaya çıkardığı için Avrupa’da takımların kupa maçları ile Milli takımın maçlarının olmasına sevincim sonsuz.
Gerçekten…

Tabii ki bu sadece bir futbol değerlendirmesi değil. Yaşadığımız çağın bilgi ve değerlerini ne kadar kullanabildiğimiz açısından çok önemli bir toplumsal kıyaslamadır. Bir liyakat kıyaslamasıdır.

Oynadığımız oyunu, hatta oynayamadığımız ya da oynadığımızı zannettiğimiz oyunun, futbol tarafından kabul edilebilecek bir şey olmadığının ortaya çıkması ki bunu kabul etmeyen kitlelerin varlığına rağmen bana huzur veriyor.

Her şey kocaman bir yalan!

Herkes kocaman bir yalan!

Hepsi kocaman bir yalan!

Gerçek olan, sadece ama sadece kulüplerin tarihsel derinliğinden gelen kültürel değerleriyle, bu değerlerin etkisiyle kulüp kimliğinin ortaya çıkması için yaşanan hikayeler ve o hikayelerin kahramanlarıdır.

Bu yirmi senelik süre içinde, siyasetin egemenliğindeki yaşamın her alanında yaratılan travmalar çocuklarımıza kalan tek miras olacaktır. Çünkü, insan gibi yaşamaları için, bizim duyarsızlığımız sayesinde tepeden tırnağa değiştirmeleri gereken o kadar çok şey var ki…

Her şey bizimle başladı.