Uyuduğumuz gibi uyanıverdiğimiz sabahlar mümkün olsa! Yatıyoruz ve uyanırken sabah, yine çocuklar, kadınlar ölmüş.

23 Aralık’ta Diyarbakır’a gittik. Çağdaş Avukatlar Grubundan yedi avukat. Tahir Elçi’min katlinden dolayı Diyarbakır Barosu’na ve eşine taziye ziyaretinde bulunduk. Türkan Elçi’ye konuk olduğumuzda göstermek istediğim not vardı cebimde. Notu okumaya fırsat kalmadan, Türkan Elçi “Ülkenin bütün acılarına yaralarına yetişmeye çalışıyordu” dedi. O an notu bulamadım. İstanbul’a döndüğümde bulabildim; “Ülkenin bütün yaralarına kan verdi de, nasıl kanayabildi, yeniden!..” Bir büyük acıda aynı cümleyi kurmanın artık bir anlamı kalmıyor. Çünkü Tahir Elçi’yi katleden muktedir politikaları onu barışın ve birlikte yaşama ısrarının dışında bıraktı.

Herkesin gözü önünde Tahir Elçi’yi öldürdüler. Her şey dışarıda kalıyor ölümle.

Diyarbakır’ da bir yere oturup içiyoruz. Televizyonda Diyarbakır haberleri; Sur’da patlayan bombalardan söz ediliyor. Kentin gürültüsünden duymamışız bombayı. Oysa olay yeri iki taş atımlık uzaklıkta.
Her şey dışarıda gibi. Tam ortasındayken bile. Ülkenin bütün hapishaneler ağzına kadar dolu. 165 bin kişi. Ama insanları içeri alsan da, suç dışarıda kalır. Hele suçlu iktidar ise. İktidarlar hep dışarıda kalır.
Benim çocukluğumda babam tırnaklarını jiletle keserdi. Sakal tıraşında kullanıla kullanıla iyice körelmiş olurdu jilet. Çömelir bir çalı dibine, tırnaklarını dibinden, tam da “etle tırnak” denilen yerden keserdi. Kanata kanata.

Şimdi çok mal var. Türlü türlü. Tırnak makası her yerde. Ama çocuklarımızın elleri yok. Ayakları yok. Koparıyorlar bombalarla. Sarılmak isteseler, sarılamayacaklar. Çocuklar, yazılan kitapları, şiirleri okuyamayacak.

Ünsal Oskay hoca, “Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olun” diye başlık koymuştu kitabına. O da öyleydi. Ama bu zamanda çocuklar ellerini kirletme şansından bile yoksunlar. Onların ellerine bulaşmayan kirler, yön değiştiriyor ve muktedirlerin insanlığını kirletiyor. Onları ve onların çanak yalayıcıların insanlığını.



Geçen akşam şiirle ilgili bir ödül töreninde, dili ve insanlığı kirli bir kişi çıkıp konuştu; “hendek ateşlerindeki vandallık” dedi. Sonra, birkaç kez yineleyerek “Ölülerin yüceltilmesine” ne kadar karşı durduğunu höykürdü! Şiir ödülü “kazanmak” kişiyi “cüce” olmaktan kurtarmıyor.

İnsanlığınızdan soyunduysanız, artık orada ne din ne ahlak ne de başka bir şey; her şey dışardadır. Muktedirin diliyle konuşan şairin şiiri, iktidarın suçunu ve kirini taşır.

Bir yerde çocuklar öldürülürken, öldüreni yüceltme adına sözde iri sözler ediliyorsa, orada o küçük çocuklardan önce şiir çoktan ölmüştür. Ölmediyse de çoktan ölümcül bir kirin ve irinin içindedir. Çünkü hiçbir ölümü “ama…” denilerek bulunan mazeretlerle hafifletilemez. Çünkü en ağır ölü, en ağır ölü beden, çocukların ölüsüdür. Çocukların ölü bedenlerini kaldırabilecek bir güç yoktur; meğer ki katillerin davranışının sonu gelsin.

Ellerinizi uzatın çocuklara. Ama elleriniz dışarıda değil, havada kalır.

Haftaya dize; “şimdi ölü zamanlar çoğaltıyorum saksılarda” (Selma Ağabeyoğlu, Sincan İstasyonu, Kasım-Aralık 2015)